30 Ocak 2016 Cumartesi

Edip Cansever / Umutsuzlar Parkı

binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum
bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz
insan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü
kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum
çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum
öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı
anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı
evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna
değişmek
biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını
bana kızıyorlar sonra, anısızın bana
kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma
oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan
ve geçilmiyor ki benim
duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.

Edip Cansever / Bizim de Bir Bildiğimiz Var

şimdi belki senin yanında
ey eylül beni anla
neden böyle uzaktayım kendimden

dalıp gitmiş gibiyim bir menekşenin ilk defa menekşe oluşuna
ey sabah sen de bana hatırlat
oturmuş da toprağın üstüne
akarsuyun güzelliğine ağlayan o kadını
kederle mutluluk yan yana.

ey yalnızlık, yalnız değilim
sen bana başka türlü gelirsin
yıllar yılı görmediğim bir arkadaş gibi
kim bilir kaç kere unutmuşuzdur yüzlerimizi
büsbütün yabancıdır konuştuklarımız
birlikte olsak da bütün gün
ilk karşılaşmanın güzelliği kadar sürer
görüşmek üzere ayrılırız.

kalbim var, gök
tanımıyorum kendimi gene de
hepsi gitmiş bir isteklerim kalmış yalnız
gel gör ki susturmuşlar onu da işte
bekle bekle bekle bekle
gözlerim bir noktaya takılı
gün günden daha keskin
gün günden daha anlamlı
iyi biliyorum kalbim
bakınca korkutan beni bile.

bir durgunluk ki nasıl
ama anlıyorum her şey bu durgunluktan kopacak
bekleyelim kalbim
alışalım şimdiden
nasıl mı, ne zaman mı?
bizim de bir bildiğimiz var, gök.

Edip Cansever / Cin

tapınırken bulduk kendimizi
o sonsuz geceye
gece mi, değil mi, bir gece hayaleti mi belki
dolaştı durdu bizimle
bütün gün dolaştı durdu ve
sindi
büyülenmekten arta kalan bir bitkinliğe.

sahi, o ölen kimdi.

ilkel bir acı gibi
düşüverdi ilk bakış gözlerinden
kaskatı. ve belirdi sanki yüzünde
görünürdeki tek şey; daha sonra da olmak
çıkardı birden şapkasını ve çıkardı şapkasını, şapkasını
şapka mı, değil mi, bir şapka hayaleti mi belki
bir bira içti ve vurup gitti kapıyı ardından
yürüdü, geçti, kuru otlar
yapraklar yakılan bir caddeyi.

peki, o ölen kimdi.

tam o sırada bir dolu bardak cin istemiştin sen
bir dolu bardak cin, öğle üzeri
damıtılmış gündüzden
cin, cin!
seni bir daha kendine gömen, bir daha
kendine gömdükçe de bir önceki acı yenisinden
elbette ki güzeldir
insanın insana verebileceği en değerli şey
yalnızlıktır.
cin bitti.

7 Ocak 2016 Perşembe

Vüs'at O. Banner / Kapan

ANLATABİLMELİYDİM. Şimdi neye yarar. Duyamayacaksın. Senin adına söyleyebileceğim: "Yaz. Kalacak mı sorusunu sorma. Kalmayacak orası kesin. Kim, ne kalmış ki!" Sağım hala. Kendim için öyle mi? Avunamayacakmışım, olsun mu? Okunamayacaksın bir gün. Ansiklopedilerde üç beş sözcük ayrılır sana da belki. Yüzyılları aşabilen yazın dehaları bile unutulmaya hükümlüdür sonuçta. Sen necisin a zevzek dost. Ama yaşanmadı mı? Yaşandığına inanarak ölüm beklenebilir, dayanmanın sınırları zorlanabilir aldatıcılığı. İnanma kapanına kıstırabilmişsem bilincimi. Yaşarken tek sığınak mı bellek? Durmadan üst üste yığılılanlar tükenmezi. Silinebilenler ne kadar azınlıkta. Eklenebilenler ne kadar uydurma, gerçek dışı. Tümünün yok olduğunu algılayamamak korkusu delirtebilir insanı. Robert Schumann bu yüzden mi yitirmek istedi aklını? Bir genç kadın, "Duygu, eksik yazdıklarınızda" dedi, acıyarak kuşkusuz. Oysa duygu, acınası zavallı. Yenilmeye layık! Deşmeyegör, altı korkunç yüzsüz.

Salt çözümsüzlük, çözümdür. Taşa, toprağa, suya, havaya dönüşünceye değin, duyarsızlık kaosunda, rastlantıyla oluşan canlılığını bir süre koruyabilsen, elinde olsa, bu dileklerden caymasan. Cayma ağır acısından kurtulabileceğini umsan.

Görüyorsun, ayıklığımla yaklaşamıyorum sana hala. Kopkoyu karanlıkları yırtan mavi şimşek olduğunu varsaymama karşın. Denemek zorundayım yine de. Baştan ayağı uyumsuz, yalan dolanlar boyalı, süslü, sıradan öykülere katlanacağım. Katlanabilecek miyim? Bağışlanmayacağım. Beklemiyorum zaten. Anlatmaya kalkışacaklarıma bir yığın kof ayrıntı sığışacak. Ayrık otları boğacak tüm otları, börtü böceği, renkleri. Susmalı değil miyim? Haykırmak, anlamsız böğürtüler de bir tür susmak sayılsa bari. Ben bile bile giriyorum cehennemime. Bile bile kavruluyorum. Hiçliği -hiçlik kavramını- sürdürüyorum inatla. Çirkinim, budalayım, tamam. Bana kurban adayı kör gözüyle bakın dilediğinizce, umurunuzdaysa. Lütfediyorum yani. Büyüklenme burgacında çırpınık bir yürek. Şimdilik. Onun da tepkisi başka türlü olamazdı, olamaz mıydı? Yaşasaydı, iticiliğime daha katı, bir kara çarpı koyacaktı kuşkusuz. Kehanetime sığınıyorum besbelli. "Ben pis akıllıyımdır", kurtardı mı? Kurtarabilseydi hiç değilse/mi? Batsaydık birlikte. Ayrı ayrı düşüldü gayya kuyusuna, diyemiyorum. Belli ki kurtuluş türküsü yineleniyor ne yapsam. Akıl yerini benden aldı, beden bıraktı savaşımı. Savaşım vardı! Beden üst geldi akla. "Kömürü, elması yakaladığımızdan, söz etmiştin. Bir sünepe kıvılcım kül etti o elması. Sonuna değin gidilemedi, son bilinse, son belli olsa da. Kaçınılmazdı, orası öyle, ne ki kaçarak kaçınılmazsa boyun eğmek yazgımızı biz yazmadık mı? Biz yok muyduk yoksa? Biz yanılgısı! Geceleri esnetip uzatan saçların kaydı avuçlarımdan. Yazıklanmanın yararı ne? Boynumdan göğsüme akan gözyaşlarımın tuzu nerede?

Yine de saygım baskın çıkıyor. Birkaç günün büyütecinden bakmayı korumaktan alamıyorum kendimi. Seni öyküler dışı tutacağım. Öyküler ancak bizim dışımızda yaşanmışlık sanrılarında uyutacak bir kısa zaman için içi sıkılanları. Onlara bir ölçü duygu da katacağım hatır için. Yazık ki deliremeyeceğim.

3 Ocak 2016 Pazar

Edip Cansever / Seni Günlere Böldüm

seni günlere böldüm, seni aylara
daha yıllara, yüzyıllara böleceğim
ve her zaman söyleyeceğim ki beni anla
böyle eskitilmiş de olsa bu kalbi
minesi çatlamış bir diş gibi durduracağım karşında.

şiirler söylenir, şiirler biter
biz bu sevdayı neresine sakladıktı sen ona bak da
kahverengi avuçlarına mı gözlerinin
tam oradan mı kahverengi yağan bir aydınlığa.

bütün günler yenileşir her bekleyişte
ve bütün dünler, bütün geçmişler
kapını açarsın ki bir de, hiç kimseler yok
çaresiz, benim sana gelişim de hep böyle.

dün akşama doğru turuncu bir bulut geçti
sonra bütün bulutlar hep birden geçti
anılar, anılar, belki hepsi bir kelime.