19 Eylül 2015 Cumartesi

Ahmet Mücahit Bülbül / Kül ve Yine Dünya!

bilmiyorsun. ben senin için
bir çiçeğin insanlara sırtını dönerken çizilmiş portresini yaktım
her şeyin sonuna ekleyip durduğum denizi
sana gelmediğim günleri
ve artık her şey için çok geç diyen kim varsa
onları

senin kapılara bakıp durmana dayanamadım
önce onlardan başlayıp
sonra bildiğin bütün notaları
gidip görmek istediğimiz tüm ovaları birer birer
bir ağaç saçlarını tarıyor gibi yavaş yavaş ateşe verdim
çünkü ardımda kalacak bir şarkı yahut eski bir ev
beni ele vermeyi düşünebilir

yangın sonrası bir parça çocuk
elinde kutsal kitaplarla koşarak sana doğru
gülün bülbüle nazı tadında bir yağmurdan haber getirirse
bil ki o parça müteellim gövdemden kopmuştur

o vakit anla ki artık dünya senindir
d ü n y a  s e n s i n
ve madem her gece rüyalarıma kadar gelip duran da sendin
şunu muhakkak bilmeye hakkın var:

her şeyi yakıp yıktım da
yalnız seni
bir tek seni tuttum içimde bir ıslık gibi

17 Eylül 2015 Perşembe

Özdemir Asaf / Düşüngü

Hepsinin gelmesini bekleme;
Bir kişi gelmeyecek.

Sen alışmayasın diye,
Korkmayasın diye,
Düşünesin diye.

Kendine yetmen için.
Herkesin kendinden kaçacağı yerlerde
Sen kaçmayasın diye.

Gelenler gitmeyecekmiş gibi
Doğumlarda ölümlerde...
Duyasın diye.

Bildiğini bildirmek için
Bilmemeyi öğrenmelisin.
Tam kalasın diye.

Hepsinin gelmesini bekleme,
Sen var olasın diye.
Bir kişi gelmeyecek,
Sen, bir olasın diye.

14 Eylül 2015 Pazartesi

Cemal Süreya / Eylül'dü

Eylül'dü.
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.

Eylül'dü.
Di'li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu.
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,
Ellerin kadar ıssız,
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.

Eylül'dü.
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,
Şimdi yoktu bir anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğin orta yerinde.
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerlerdeydiler hala.
Gözlerini sildi zaman.

Dedim ya, Eylül'dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.

6 Eylül 2015 Pazar

Birhan Keskin / Eski Avluda

Bir çiçek açtığında
Bir eski avluda
Diyor ki;
Çalıda sarı bir çiğdemim ben
Ve senin çok eski cümlen.

Sen otursan, gitmemiş ki! olsan
Ben sana bir eski Endülüs avlusu
İstersen serin bir Portofino getirsem
Ya da Yedigöllerin yedisini birden.

Bir çiçek açtığında
Bir eski avluda
Diyor ki;

Her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken
Buldum buluşturdum kendime geldim
Tek eksik sensin! İncecik, çilli bir dille
sen de gelsen.

Ben sana kırmızı kiremitli bir çatı
Begonviller ve bir mavi kapı
Ve illa amansız bir avlu getirsem.

Dünya soğur, akşam serinlerken,
Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
Ve işte en gümüş cümlem:

İçimi açtım sana.
İçini açmak için.

3 Eylül 2015 Perşembe

Birhan Keskin / Sahra ve Serap

çöle bütün iyiniyetimle girmiştim.
çöle bütün iyiniyetimle ve aptalca girmiştim.
ihanetin sarı ve sonsuz olduğunu
çok sonra öğrendim.
beni çölden geri getirdiklerinde
uykumda pembe köpekler görüp
gülümsüyordum.

dışarıda aşklar ve anılar bıraktım
içeride adımlarım kısa, bakışlarım uzak kaldı.
oysa ben soğuk ve sisi sokakta kol kola bıraktım.
kırık havaları nasıl sevdimdi, sizinle tekrar karşılaşsam
ölürüm gibiydi, oysa her şey paranoya ve şizofreniydi.
olmayacak geri dönüşleri ve ayinleri size bıraktım.

yüzümü ve anılarımı çıkaracak kadar güneşi yoktu
yazların. ben sizi nasıl da ağır, nazlı ve dur bakalım
sevdiydim. ben sizi sahrada yağmurları bekler gibi
beklemedi miydim. bir gülün soluklanma vaktiydi, sonsuzdu,
pembeydi. cam üstüne cam oradaydım.
beceriksizliğin kumral ve geçici mevsimleriydi,
ben size görkemli ne varsa hepsini bıraktım
ve kendi göğsünde büyüdüydü çocukluğum.

yüzümü yok edecek aynayı buldunuz sonunda
avutun beni, çoğaltın beni, sırrınız oldum.
hep bir şiirin sonu gibi konuştum, her dize
başka bir şiirden geldi, en son yanıtı buldum.

oysa çocuktum, gün gümüştü, sahra sarıydı, belgesel
bir aşktı, her şeyden benzim uçtuydu. çocuktum
şaşkınlığımdan guatrımı yuttuydum,
olurdu böyle şeyler, avuttunuzdu beni
nerenize yerleştim.

yüzümü ve anılarımı çıkaracak kadar güneşi yoktu
yazların. ağır ve nazlı, ben sizi develer tellal değilken de
sevdiydim.

var ettinizdi beni
hem de yok ettinizdi, bense bir çocuğun rüyasındaki
kartopu kadar gerçek olmak mı istedim.
şimdi durdurun beni, indirin beni tesellimden
ey ruhum sen yola çık,
ben aklımı eski bahçeye gömeceğim.
bu yaylım ateşlerinden yıkanıp
sana geri döneceğim.