kalbim
ölü mevsimler gibisin
bir şeyin görünmeyen iyi yanları gibi
ama bitti mevsim,
bir başka yolcu yok sana
fark etmez gibisin.
kalbim
demir masanın küfü, örtünün yırtığı
camın kırığı, patlayan freni hayatımın
kalbim, anla, bitti mevsim
bir başka yolcu yok sana.
27 Aralık 2015 Pazar
Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni II
seni şimdi bir yabancı gibi karşıma alıp
sanki senden bahsetmiyormuşum gibi yapıp
sanki benden bahsetmiyormuşum gibi
hatta bir aşktan bahsetmiyormuşum gibi
fırtınayı ve huzuru anlatacağım sana
yılları ve yolları, limanları ve fırtınayı
ve aşkın belki hiç adı geçmeyen kuzeyini
aşkın bu kuzeyden nasıl düşürüldüğünü,
artık sonsuza dek yitirdiğimizi
büyünün bitişini,
hiç gerekmeyen yıllarda huzur,
çok gereken yıllarda da fırtına
nasıl yaşanır onu anlatacağım.
seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınmadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım?
sanki senden bahsetmiyormuşum gibi yapıp
sanki benden bahsetmiyormuşum gibi
hatta bir aşktan bahsetmiyormuşum gibi
fırtınayı ve huzuru anlatacağım sana
yılları ve yolları, limanları ve fırtınayı
ve aşkın belki hiç adı geçmeyen kuzeyini
aşkın bu kuzeyden nasıl düşürüldüğünü,
artık sonsuza dek yitirdiğimizi
büyünün bitişini,
hiç gerekmeyen yıllarda huzur,
çok gereken yıllarda da fırtına
nasıl yaşanır onu anlatacağım.
seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınmadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım?
Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni
hadi benim umarsızım
ben ölmek üzereyim
yorgunluğum da öyle
sabrımın son parçasını da yedim
az önce.
hadi benim suskunum
geçtiğim yılları yaktım ardımda
çocukluğumdan gelirken düştüğüm
o keskin virajdan
sürüklendiğim bu vakte dek
sıkıcı tuttuğum
kırık dökük inançlarım bile
ölmek üzere.
hadi benim kırgınım
kışın bana yaptıklarından,
yazın beni öldüren yıldızlarından sonra
yitirdiğim mevsimler değil,
vaktim yok,
baktığım yerleri yaktım
içime ağladığım suları da içtim
az önce.
ben ölmek üzereyim
yorgunluğum da öyle
sabrımın son parçasını da yedim
az önce.
hadi benim suskunum
geçtiğim yılları yaktım ardımda
çocukluğumdan gelirken düştüğüm
o keskin virajdan
sürüklendiğim bu vakte dek
sıkıcı tuttuğum
kırık dökük inançlarım bile
ölmek üzere.
hadi benim kırgınım
kışın bana yaptıklarından,
yazın beni öldüren yıldızlarından sonra
yitirdiğim mevsimler değil,
vaktim yok,
baktığım yerleri yaktım
içime ağladığım suları da içtim
az önce.
23 Aralık 2015 Çarşamba
Emrah Serbes / Madde 76: Kahvaltına devam edebilirsin
Herkesin bildiği şeyleri çocuklardan saklamayın. Çünkü o zaman kendilerini dünyanın dışına itilmiş hissederler. O ruh hali de, öğrenmelerini istemediğiniz şeylerden daha çok zarar verir onlara. Bir çocuğun, kuş olduğunu düşünmeye hakkı vardır. Tabii bu biraz tehlikelidir. Özellikle arka balkonlarda manasızca oturmayı seviyorsa.
Serin ve sakin bir sabah balkonda kahvaltı ediyorduk. Saçların dağınık, gözlerin uykuluydu. Kalbimi kazanmak için hiçbir şey yapmana gerek yoktu.
Çok pis canım sıkılıyordu o sabah. Hatıralar ve şairler, kötü evler ve ara sokaklar, polisler ve özel güvenlikler tarafından hırpalanmıştım. Sınır dışı mı ederlerdi yoksa kendi imkanlarımla mı giderdim bilmiyordum ama bir hicrete ihtiyacım olduğu kesindi. Hayatımı resetleyip her şeyi yeniden düşünmek, her şeyi yeniden yorumlamak, her şeye yeniden alışmak istiyordum. Elimdeki çay bardağını manasızca evirip çeviriyordum. Basit bir şey söylemek istiyordum ama asla unutulmayacak bir şey. Her an söyleyebilirdim de. Ağzım iyi laf yapıyordu o aralar. Zamanın dışındaymış gibi kederli ve salaktım çünkü. Ama seninle konuşamıyordum bir türlü. Senin karşındayken utanıyordum, ufalanıyordum, büzülüyordum, notlarıma bakmaya ihtiyaç duyuyordum.
İnsanı delik deşik eden sessizlikler var, geceyi bölen çığlıklardan daha beter. Ve sen o sessizlikte ne demek istediğimi anladın. Çünkü sen de çocukken bir kuş olmak istemiştin. Yakınmadan, ortalığı ayağa kaldırmadan acı çekmeyi öğrenmek hayli zamanını almıştı. Beni anladığında o kadar şefkatle baktın ki, sanki gözlerinle saçlarımı okşadın, gözlerinle ellerimi tuttun ve aynı gözlerle kahvaltına devam edebilirsin dedin.
Bu sabah bir çocuk pencereye çıkıp yangın var diye bağırdı. Sonra da koşup kendini denize attı. Ölülerin üstüne basarak yürümekten yorulmuşsan bir balık olduğunu da düşünebilirsin.
Serin ve sakin bir sabah balkonda kahvaltı ediyorduk. Saçların dağınık, gözlerin uykuluydu. Kalbimi kazanmak için hiçbir şey yapmana gerek yoktu.
Çok pis canım sıkılıyordu o sabah. Hatıralar ve şairler, kötü evler ve ara sokaklar, polisler ve özel güvenlikler tarafından hırpalanmıştım. Sınır dışı mı ederlerdi yoksa kendi imkanlarımla mı giderdim bilmiyordum ama bir hicrete ihtiyacım olduğu kesindi. Hayatımı resetleyip her şeyi yeniden düşünmek, her şeyi yeniden yorumlamak, her şeye yeniden alışmak istiyordum. Elimdeki çay bardağını manasızca evirip çeviriyordum. Basit bir şey söylemek istiyordum ama asla unutulmayacak bir şey. Her an söyleyebilirdim de. Ağzım iyi laf yapıyordu o aralar. Zamanın dışındaymış gibi kederli ve salaktım çünkü. Ama seninle konuşamıyordum bir türlü. Senin karşındayken utanıyordum, ufalanıyordum, büzülüyordum, notlarıma bakmaya ihtiyaç duyuyordum.
İnsanı delik deşik eden sessizlikler var, geceyi bölen çığlıklardan daha beter. Ve sen o sessizlikte ne demek istediğimi anladın. Çünkü sen de çocukken bir kuş olmak istemiştin. Yakınmadan, ortalığı ayağa kaldırmadan acı çekmeyi öğrenmek hayli zamanını almıştı. Beni anladığında o kadar şefkatle baktın ki, sanki gözlerinle saçlarımı okşadın, gözlerinle ellerimi tuttun ve aynı gözlerle kahvaltına devam edebilirsin dedin.
Bu sabah bir çocuk pencereye çıkıp yangın var diye bağırdı. Sonra da koşup kendini denize attı. Ölülerin üstüne basarak yürümekten yorulmuşsan bir balık olduğunu da düşünebilirsin.
19 Aralık 2015 Cumartesi
Kemal Sayar / Kulbe-i Ahzan
bazı şeyler konuşulmadan kalacak.
yüzünde gezdirdiğin o hüzün
o ben buraların kızı değilim
bu metroya düşmüş bir meleğim
edası,
konuşulmadan kalacak
tam da "hayal et" diyordu lionel-Grolux
istasyonun demirbaş piyanisti, hayal et
bir kanat takmadan uçabiliyorsan
gözlerini hiç yerden kaldırmadan
olan biteni görebiliyorsan
hüzün bu kadar güzelleştiriyorsa seni
buraların kızı değilsin sen.
yanlış trene binmiş meleksin
bulutların ardındadır senin ülken
bazı şeyler konuşulmadan kalacak.
18 Aralık 2015 Cuma
Elvan Çevik / Güzide
Güzide, eteğinin ucuna yapışmış pirinç tanesiyle uğraşıyor. Güzide eteğinin oryantalist desenleriyle Güzide. Uğraşıyor. Bugün yine akşam olmak üzere. Yalnızca boynu üşüyor. Boynu çıplaklığa alışkın değil. Güzide'nin boynu, elleri, uzun turuncu kirpikleri, saydam teninde yıldız izleri, çillerden.
-Bunu, burada, birbirimize anlatamazsak bana bir daha dokunamayacaksın.
-Peki, Güzide.
"Peki" dünyada tek ölü kelime. Ya da ölü bir dilin tek yaşayanı. İki ucu da Güzide'nin mutluluğuna dokunmuyor. Adamın karnından pekiler kurt gibi dökülürken, hiçbir şeyi o an orada birbirlerine anlatamadan ayrılıyorlar. Adam giderken Güzide'yi ve yaşadıkları her şeyi bir çırpıda Güzide'nin eteğindeki pirinç tanesine bırakıyor. "Alsaydım keşke, eteğinin en güzel yerini kapatıyordu." Pirinç büyüyor, büyüyor, büyüyor tüm bu ayrılık meşgalesi arasında adamın yüreğine yapışıyor. Ki adam pilav dahi sevmez. Geceleri annesinin zorla "yılan gibi" süt içirdiği günlerden ve kardeşinin ayaklarıyla uyuduğu gecelerden daha soğuk bir akşamda o pirinç tanesini orada bırakıveriyor. Tabii Güzide'yi de.
-Ağlamak istemem.
-Neden Güzide? Üzülmedin mi?
-Çok üzüldüm. Ama bak geçti, kirpiklerim hala turuncu.
-Son son ne konuştunuz?
-Bana bir daha dokunamayacak.
-Sustunuz öyleyse.
Güzide başını eğip önüne baktı. Güzide'nin eteği önden düğmeli. Tam 12 düğme. Adamın bu düğmeleri onlarca kez saymışlığı var. Bir kere açmışlığı yok. Adam ağlamak ister ama ağlayamaz.
Adamın şeytan tırnakları, olur olmadık anlarda koparıp sakladığı yaprakları ve dalgalı siyah saçları var.
-Unut hadi artık.
-Hadi.
Güzide'nin tezcanlı arkadaşları. Güzide'nin onların tezcanlılığına yetebildim sanması da onlar kadar gerçek dışı. Tek gerçek pirinç. Bunu hepsi biliyor, Güzide dahil. Ama 12 düğmenin açtığı 12 kapıdan geçmeli ki pirinç tutunduğu yeri bıraksın. Güzide bunu yalnız başına yapamaz. Adam bu beklentiyle daha fazla yaprak koparamaz. Topladı Güzide oryantalist eteğini. Yürüdü gitti yolları. Yolları yürüdü gitti.
-Bunu, burada, birbirimize anlatamazsak bana bir daha dokunamayacaksın.
-Peki, Güzide.
"Peki" dünyada tek ölü kelime. Ya da ölü bir dilin tek yaşayanı. İki ucu da Güzide'nin mutluluğuna dokunmuyor. Adamın karnından pekiler kurt gibi dökülürken, hiçbir şeyi o an orada birbirlerine anlatamadan ayrılıyorlar. Adam giderken Güzide'yi ve yaşadıkları her şeyi bir çırpıda Güzide'nin eteğindeki pirinç tanesine bırakıyor. "Alsaydım keşke, eteğinin en güzel yerini kapatıyordu." Pirinç büyüyor, büyüyor, büyüyor tüm bu ayrılık meşgalesi arasında adamın yüreğine yapışıyor. Ki adam pilav dahi sevmez. Geceleri annesinin zorla "yılan gibi" süt içirdiği günlerden ve kardeşinin ayaklarıyla uyuduğu gecelerden daha soğuk bir akşamda o pirinç tanesini orada bırakıveriyor. Tabii Güzide'yi de.
-Ağlamak istemem.
-Neden Güzide? Üzülmedin mi?
-Çok üzüldüm. Ama bak geçti, kirpiklerim hala turuncu.
-Son son ne konuştunuz?
-Bana bir daha dokunamayacak.
-Sustunuz öyleyse.
Güzide başını eğip önüne baktı. Güzide'nin eteği önden düğmeli. Tam 12 düğme. Adamın bu düğmeleri onlarca kez saymışlığı var. Bir kere açmışlığı yok. Adam ağlamak ister ama ağlayamaz.
Adamın şeytan tırnakları, olur olmadık anlarda koparıp sakladığı yaprakları ve dalgalı siyah saçları var.
-Unut hadi artık.
-Hadi.
Güzide'nin tezcanlı arkadaşları. Güzide'nin onların tezcanlılığına yetebildim sanması da onlar kadar gerçek dışı. Tek gerçek pirinç. Bunu hepsi biliyor, Güzide dahil. Ama 12 düğmenin açtığı 12 kapıdan geçmeli ki pirinç tutunduğu yeri bıraksın. Güzide bunu yalnız başına yapamaz. Adam bu beklentiyle daha fazla yaprak koparamaz. Topladı Güzide oryantalist eteğini. Yürüdü gitti yolları. Yolları yürüdü gitti.
17 Aralık 2015 Perşembe
Haydar Ergülen / Aşk İçin Önsöz
beni üzme
kendini de benimle üzme
sözümü üşütme
fazla açılma benden
çok açılma bana da
kendine de fazla açılıp da içine düşme
geçmişe gül gönder
unutma
anılar da su ister
anılara iyi bak
bana bak
beni tut
bana tutun
beni orada burada
beni şunda bunda
unutma
bak.
14 Aralık 2015 Pazartesi
Mazlum Mengüç / Otobüsname
Otobüsten inince ilk iş sigara yakanların adına diyebilirim ki;
yanılanların yeridir dünya.
Ve sen kendini saçlarından asmışsın dünyaya.
Son bir kez daha pişmanlığımı yanılıp
Bir tokaya teşekkür etsem
benim de saçlarım çıkacaktı belki de
Belki ben de haksız ama galip dönecektim düşlemekten.
Oysa sen ısrarla mağlup döndüğüm bir sokakta
yürürken güzel, severken tedirgin
gördüklerini dünyayla açıklamaya çalışan bir çocuk gibi
parantezsiz gülecek kadar üzgünsün.
Yalan, içinden geçilecek şey değil.
Ve dünya yanılanların yeridir.
Bu yüzden sana en fazla bir yolun ortasını vaad edebilirim
Sen, en fazla tüm sokaklara birden inebilirsin.
Otobüsten inince ilk iş sigara yakanların adına diyebilirim ki;
İnsan, çekilecek dert değil.
Hep kaldığım yerden yakıyorum sigaraları
Güldüğümüz yerler ağrıyınca
Ademden başlıyor hüzün ve devam ediyor bir türkünün içinde
Kendimi, kendimin karşısına alınca bana uzay çarpıyor
Sen, vaktiyle adıma alınmış üzgün bir çiçeği kurutuyorsun pencerende;
ne güzel.
Ne de güzel hiçbir mutfak yıkmıyor planlarını, dile gelmiyor hiçbir eşya
Hiçbir oda yanlışsız kalmıyor uzun süre.
diyebilirim ki, en çok ölünce ferahlıyor insan.
Ve susunca daha güzel söyleniyor yalan.
Otobüse dalgınlıkla elinde sigarayla binenlerin adına diyebilirim ki;
Ne tanklar gördüm ben canan, bir göz etmedi!
Çok sebepler gördüm suyun öte tarafına geçemeyen
Siyahı renkten ve matematikten sayılmayan geceler.
Gördüm, maruftu hüzünlerim ben yoktum etrafta.
gördüm, sen hatırlamayı büyüyünce bırakmış,
hep kendine dargın, hep yeni bir merhaba.
Sen ki şuncacık çocuk, acilen yanlış, dikkatli dalgın.
Ben kendi ipine kendi boynunu uzatmakta mahir,
hep özenle, hep anlaşarak üzüldüğümüz durakta
Elimde sigarayla yeni bir gidişin gelmesini bekliyorum.
-Otobüsten inince sigara yakmak sağlığa zararlıdır-
yanılanların yeridir dünya.
Ve sen kendini saçlarından asmışsın dünyaya.
Son bir kez daha pişmanlığımı yanılıp
Bir tokaya teşekkür etsem
benim de saçlarım çıkacaktı belki de
Belki ben de haksız ama galip dönecektim düşlemekten.
Oysa sen ısrarla mağlup döndüğüm bir sokakta
yürürken güzel, severken tedirgin
gördüklerini dünyayla açıklamaya çalışan bir çocuk gibi
parantezsiz gülecek kadar üzgünsün.
Yalan, içinden geçilecek şey değil.
Ve dünya yanılanların yeridir.
Bu yüzden sana en fazla bir yolun ortasını vaad edebilirim
Sen, en fazla tüm sokaklara birden inebilirsin.
Otobüsten inince ilk iş sigara yakanların adına diyebilirim ki;
İnsan, çekilecek dert değil.
Hep kaldığım yerden yakıyorum sigaraları
Güldüğümüz yerler ağrıyınca
Ademden başlıyor hüzün ve devam ediyor bir türkünün içinde
Kendimi, kendimin karşısına alınca bana uzay çarpıyor
Sen, vaktiyle adıma alınmış üzgün bir çiçeği kurutuyorsun pencerende;
ne güzel.
Ne de güzel hiçbir mutfak yıkmıyor planlarını, dile gelmiyor hiçbir eşya
Hiçbir oda yanlışsız kalmıyor uzun süre.
diyebilirim ki, en çok ölünce ferahlıyor insan.
Ve susunca daha güzel söyleniyor yalan.
Otobüse dalgınlıkla elinde sigarayla binenlerin adına diyebilirim ki;
Ne tanklar gördüm ben canan, bir göz etmedi!
Çok sebepler gördüm suyun öte tarafına geçemeyen
Siyahı renkten ve matematikten sayılmayan geceler.
Gördüm, maruftu hüzünlerim ben yoktum etrafta.
gördüm, sen hatırlamayı büyüyünce bırakmış,
hep kendine dargın, hep yeni bir merhaba.
Sen ki şuncacık çocuk, acilen yanlış, dikkatli dalgın.
Ben kendi ipine kendi boynunu uzatmakta mahir,
hep özenle, hep anlaşarak üzüldüğümüz durakta
Elimde sigarayla yeni bir gidişin gelmesini bekliyorum.
-Otobüsten inince sigara yakmak sağlığa zararlıdır-
6 Aralık 2015 Pazar
Orhan Veli / Güzel Havalar
beni bu güzel havalar mahvetti,
böyle havada istifa ettim
evkaftaki memuriyetimden.
tütüne böyle havada alıştım,
böyle havada aşık oldum;
eve ekmekle tuz götürmeyi
böyle havalarda unuttum;
şiir yazma hastalığım
hep böyle havalarda nüksetti;
beni bu güzel havalar mahvetti.
böyle havada istifa ettim
evkaftaki memuriyetimden.
tütüne böyle havada alıştım,
böyle havada aşık oldum;
eve ekmekle tuz götürmeyi
böyle havalarda unuttum;
şiir yazma hastalığım
hep böyle havalarda nüksetti;
beni bu güzel havalar mahvetti.
3 Aralık 2015 Perşembe
Şükrü Erbaş / Azaltmadı Gidişin Beni
hece hece bölerek
inandığım her şeye güzelliğini
kime seslendim, neyi sustuysam
seni yücelttim.
bu yüzden azaltmadı gidişin beni.
1 Aralık 2015 Salı
Edip Cansever / Duruş
ki bazı sözlerin anlamı
o sözlerin söylenişindedir
yılların sayısına girmediyse Seniha
nereden zaman almıştır
ki bazı durumlara söz yoktur
hem neden olsun
her durumun dili daha başka durumlardır
ben bu derinliği bu kadar
nerden bulayım
ki herkes nerden bulsun
bulmanın dili aramaktır.
o sözlerin söylenişindedir
yılların sayısına girmediyse Seniha
nereden zaman almıştır
ki bazı durumlara söz yoktur
hem neden olsun
her durumun dili daha başka durumlardır
ben bu derinliği bu kadar
nerden bulayım
ki herkes nerden bulsun
bulmanın dili aramaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)