19 Aralık 2018 Çarşamba

Mehmet Ali Kalkan / Gök Aradık Tuğlara

dedim:
yücelerden mağrur mağrur bakarsın,
duy sesimi sana derim dağlar ey!
gölgeleri üzerime yıkarsın,
gururlanma gücenirim dağlar ey!

dedi:
ayak bastım yeryüzünün üstüne,
sevenlerim her yanımı bağlar ey!
dost olanlar gül gönderir dostuna,
hani nerede büyüttüğün bağlar ey!

dedim:
hep yatarsın yürümeye gücün yok,
sevgi bilmez dert bilmezsin, acın yok,
kral olsan başında bir tacın yok,
kıymetini ben bilirim dağlar ey!

dedi:
nöbetteyim sen sanma ki yatarım,
sevmez olsam Kaf Dağı'na atarım,
tac istersem yıldızları tutarım,
dört mevsim de bende güler, ağlar ey!

dedim:
gelin gibi süslensen de her bahar,
kış gelende ümidine kar yağar,
sur üflense bir nefeslik canın var,
mağrur olmak nene derim dağlar ey?

dedi:
ok da benden, yay da benden, sadak da,
kök de bende, dal da bende, budak da,
türkü olur oynaşırım dudakta,
üzerimden nice geçse çağlar ey!

dedim:
dünya geniş hiç kimseye dar değil,
bana gitmek, sana kalmak zor değil,
doruğunu vatan tutan kar değil,
damla damla ben eririm dağlar ey!

dedi:
Hira benim, Tur da benim, Ural da,
kurt da bende, kuş da bende, maral da,
bey de benim, han da benim, kral da,
benim işte yeryüzünde tuğlar ey!

dedim:
bilen bilir kim haksızdır kim haklı,
fıtratımda nice alemler saklı,
Tanrı yalnız bana verdi bu aklı,
ruh üflenmiş bir eserim dağlar ey!

dedi:
Ferhat deldi kazma ile bağrımı,
ben bilirim ben yaşadım ağrımı,
gel deyince kurt,kuş duyar çağrımı,
mor göğsümü hep yorgunlar dağlar ey!

dedim:
can Mevlana, dost Yesevi bendedir,
Yunus Emre sevi sevi bendedir,
sevgi yüklü gönül evi bendedir,
gönüllerdir benim yerim dağlar ey!

dedi:
zamanlarda adım adım koşarsın,
nefes nefes ölmek için yaşarsın,
sen insansın elbet beni aşarsın,
elbet sende alperenler, beyler ey!

ve beraber dedik:
hem insanız, hem yoldaşız, hem dağız,
yağmur yoksa, gönül yoksa kurağız,
neticede ikimiz de toprağız,
hüvelbâki, Allah kerim dağlar ey!

15 Eylül 2018 Cumartesi

Alper Gencer / Deli Gibi Uykum Var Nermin

deli gibi uykum var Nermin
gözlerimi yumsam
mayınlar patlayacak çobanlarımda
kuzular geceye
kırık bir kaval gibi dizilecekler
elimden hiçbir şey gelmiyor inan
dünyasız kaldıkça böyle
aklıma seni düşürüyorum
karnıma bir tank giriyor
gibi seni düşünüyorum
alnımda harp
kaşlarıma basa basa yürürken
çehreme çalınmış hilal
kalbimden küllerle fışkıracak neredeyse
dönüp baksan ölümün elimden olacak
bir terazi bozacak eski bir teraziyi
morga mor çalacak pıhtılaşan kan
terlemeyen bir at patlayacak koşarken
dönüp baksan Şeddad’ı indirecek kıyamet!
tül
rüzgarla değil artık
güneş
bile battı
savrulan balyoz
içinden geçiyor buharın
tutan el
yarıyor suyu
kan zerk aleminde seninle dolanırken kuyumu
kıyıldı nikah
ölsem de durur nişanı
ben bir tek damarımı bilirim onun da adı Şah!
deli gibi uykum var Nermin
şuramda sen
gecenin üçünde çevirmeme girmişsin
o dakka telsizime
ela gözlü türküler çalmışlar
ve devletin dinlenmeden dinleyen dinlileri
dillerimi işkenceye sağmışlar
anlatamıyorum Nermin
bu dudak öpemez deyince bana inanmıyorlar
kimin içine değebilmiş bir dudak?
mühür verilmiş ateşe
ve erimemişse mühür
bülbül ne için ölsün ki güle?
o çekiç gözlü, bahçıvan mı sanıyormuş kendini?
bizi elindeki çivilerle mi döndürecekmiş çöle?
deli gibi uykum var Nermin
elimden hiçbir şey gelmiyor inan
ben her gün bir emevi asıyorum içimde
azalmıyorlar Nermin
omzumda bir gülünç ağrısı
nereye gitsem
varır varmaz arıyorum seni kendime
yapacak bir şeyim yok
çok sağanak yağdın zarlarıma
beni içime kadar ıslattın Nermin
zührevi bir felçsin arlarıma
şuramda sen
şuramda…
son sürat kan kaybediyorken
devrilen bir ambülansın içinde kadar şuramda…
açıp gösteremiyorum Nermin
yasal tedbir koymuşlar gözyaşlarıma
deli gibi uykum var Nermin
bir mengene
ile şakaklarımı
yeniden sipariş ettim kendime
urlarımı cellâdıma bahşiş bıraktım
zaten nereye uzansam ölüm
içime bir gardiyan kaçmış gibi ben
koğuşlarımdan sana daraltılmışım
ipin koptuğu yerden boşanan bir çığlığınsın
iki el sıksan havaya
iki kuş düşer verir kalbini
ama beni bir bahane bulup da…
kurbağaları tartmaktan dönen bir yılgınlığınsın
deli gibi uykum var Nermin
gözlerimi tankerler boşaltıyor
gözlerini gözlerimden al
beraber bir şeylere bakalım
elimden hiçbir şey gelmiyor inan
elimi çabuk tutman lazım
ben ki
böbreklerimle hayata bağışlanmışım
anlamak istemediğim bir şey var gülüşünde
istimlak edilmiş gövden
ne kadar da kanlı duruyor sermayenin dişinde
böyle ru be ru
böyle eli belinde müteyakkız
sittin sene geçse anlaşamayız
beraber bir şeylere bakalım Nermin
bakmayalım hiç birbirimize
deli gibi uykum var Nermin
gövdemi söküyor şafak
ipliğim çözüldükçe
içimde ağırlaşan bir ittifak
cebimde Marx
boynumda dükkan kapatan esnaf
dünya elindeki aynayla
açı kuruyor omuzlarımın ortasına
uyumuyorum Nermin
kustuğum kükürt soluduğum azotla akraba
birbirini bulan iki açık pencere
gibi cereyan yapıyoruz seninle hayata
artık kabullendim:
beni karşılamıyorsun burada!
ben senin uyuduğun yerlerde geziyorum
sen benim sürülerimi sürüyorsun bozkırlarına
deli gibi uykum var Nermin
elimden hiçbir şey gelmiyor inan
ben nasıl uyurum sen uyanmazsan
Allah biliyor hiçbir şeyim yok
sevilecek şeyler ağaçların arasından geçip gidiyor
seni sevmek de öyle orman!
yanınca bitiyor her şey yanınca bitiyor
kalanlarla avunmuyorum Nermin
sen yoksun her nasıl olmayacaksan
bu imtihan bu debi
o terli atın külündense bu kalp
çok sevinirim ya Rabbi
beni her yerimden kapatırsan

12 Temmuz 2018 Perşembe

Payidar Zaraman / Benazir

Gözlerin en iyi bir şeydi benazir
En iyi bir şeydi
Fitneden fidye alırdım ben onlarla
Onlarla ben çok yakışıklı bir herif olurdum
Seviyorum seni iyisin... bunu iyi işit
Seviyorum seni iyisin
Sen cihanın bir yurdunun bir bucağında
Oturduğun linç edilmiş bir minderde
O zemberek esmerliğinle öylece durursun bu bana yeter
Bu bana yeter diyorum iyi işit
Bu bana yeter ben bundan bir kısmet alırım
Hükmü düşer metni kutsalın
Amen pouya'nın sesinden kelam dinleriz sonra
Neden olmasın dinleyelim benazir
İnleyelim lisanımızca
Gezmelere çıkaralım gökyüzünü
Ve özeti olsundur ki
Ölüm çok loş bir akıbettir ve politikayı zül addeder hamavet
Yalanın nihayeti hüsrandır tenzih ederim seni
Seni tenzih ederim sen ki bende bir hira hurisi
Çok net görüyorum seni iyisin
Ve bir bağ yolunda benazir
Bir bağ yolunda azığımda haşlanmış yumurta ve kırmızı soğan
İçimde ölmesine ihtimal vermediğim bir anne
On dört yaşında bir iyi çocuk ve bu cennete giden patika
Çok aheste koşuyorum seni iyisin
Sen iyisin ben bunu bilmişimdir
Bu varlık endişesinden kurtarıldığım ay ışığında aklanmış gece
Ve sabah ne candan karşılıyor beni
Elbette seni
Abdest almak ne ferah şeydir benazir
Kal ki iyileşelim
Kal ki bir serçenin kalbiyle vuralım nasın fikrini
Ve yıldızlar
Yıldızlar göğün göğsünde Allah'ın şarkıları gibi
Gözlerimi
Gözlerimi bir gize taşırlarken
Kalifiye bir acemi olarak ben
Bir yufka ekmek kadarım
Kadarımdır
Olabildiğince hoş oluyorum seni iyisin
Sen ki sabah sıfır dört sularında fena mavi bir gülsün
Yaşamak için en ideal mezarlıksın benazir
En olağanüstü hal
Bütün kedilerin ölsün
Şimdi bunca nitelikli yaralarımızla birlikte
Bir hayat sürmek değil bu bizimkisi
Bir hayat sürünmektir benazir
Madem ki kalbimiz göğsümüzde dölek durmuyor
Dölek durmuyor gözlerimiz senin karşında
Çıkarabilirsin onları kafeslerinden
Yapabilirsin bunu pekàla...olmaz sana zerre kinim
Sen allah büyük olduğu için güzelsin benazir
Ben allah güzel olduğu için çirkinim
Şimdi bu bağ yolunda benazir
Yolumdan çekilse dünya...çekilse kaygıdan yaratılmış ilahlar
Sırtımı berrak bir yaşanmışlığa dayasam
Sırtımı ve sırtımın sırrını
Ne ferah bir gök olsa
Ve ciğerlerimde nefesinden damıtılmış bir cennet ırmağı
Bunlar hep olmuş hep olağan hep olacak şeylerdir
Şimdi benazir
Şimdi itaat kuşanmış bir hitapla
Ve dahi bir inatla buyur
Ve inzivaya çekilmeden önce gözlerin (yani şu karşımda duran iki tanrıcık)
Bir tebliğ edasında...ki böyle olmasa da olur
Ve dahi bir sanatla buyur
İyisin değil mi
Ve bunu bütün seçkin köprüaltlarına duyur
Umut ki tanrının yeryüzündeki tek vekilidir benazir
Çok müreffeh ölüyorum seni iyisin

11 Haziran 2018 Pazartesi

Özgür Göreçki / Açıyor

benim de bir oğlum olsa adını özgür koyardım.bu, çok mantıklı.
oğluma, balık ve silah tutmamayı
kadınlara ve iyi davranmayı onlara yani,
bunları elbette öğretirdim. aramızda lafı olmazdı.
kimi geceler canımızın çok sıkkın olabileceği kadar
bazı geceler keyfimizin oldukça yerinde olacağını
tahahhüt edebilirdim ona.
dudağımızın kıvrılınca gözümüzün kısılabileceğini.
bunlar olmazdı diyemem. burda biz bizeyiz.
elma hakkında söylemek istiyorum. bir meyvedir.
bu kadar.
televizyon, radyonun resimlisidir sonra.
su, yukarıdan aşağıya akıyorsa şelale ola da bilir,
olmaya da bilir. ancak her suyun içilmeyecek olduğu
kesindir. suyun iyisi rakıya kattığında beyazlamaktadır.
kadınlardan çok güzel anne, abla, teyze, hala olur.
erkeklerden baba, ağabey, amca, dayı olur.
insanlar anne ve dayı olursalar erken ölebilirler. bu,
pek tavsiye edilmez. halalar genelde uzun yaşarlar.
gripin bizim zamanımızda da vardılar olacak,
ufak seyahatlar. talcid örneğin. aspirin. iyi gelmeleri
siz çıkın beyler benim biraz daha işim var demektir.
attan inmek yasaldır. çimlere basabilirsin çünkü çimler
basıldıkça güçlenir. neden bize basıyorsun demezler hem.
zaten pek de konuşmazlar derim.
mutsuzlukdan söz açmak istemem
yalağuz bir aynaya değil, ütü masasına, koca mutfağa
köşe takımlara, enderin kaplara kacaklara sığmayan mutsuzluktan
mükemmel mutsuzluklarından aile olma eyleminin, istemem
acır sevgim
benim bir oğlum olsa ben de bir baba ölebilirdim
bir baba doğabilirdim
kızım olsa da.

1 Haziran 2018 Cuma

Orhan Veli Kanık / Beni Güzel Hatırla

beni güzel hatırla! 
bunlar son satırlar... 
farzet ki, bir rüzgârdım, esip geçtim hayatından 
ya da bir yağmur sel oldum sokağında 
sonra toprak çekti suyu... 
kaybolup gittim, belki de bir rüya idim senin için.
uyandın ve ben bittim...

beni güzel hatırla! 
çünkü; sevdim seni ben, herşeyini... 
sana sırdaş oldum, dost oldum, 
koynumda ağladın.
yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini,
beni üzdün, kınamadım. 
alışıktım vefasızlığa, el oldun aldırmadım... 

beni güzel hatırla! 
sayfalarca mektup bıraktım sana.
şiirler yazdım her gece, çoğunu okutmadım.
sakladım günahını, sevabını içimde 
sessizce gittim... 
senden öncekiler gibi sen de anlamadın.

beni güzel hatırla! 
sana unutulmaz geceler bıraktım 
sana en yorgun sabahlar... 
gülüşümü, gözlerimi, sonra sesimi bıraktım. 
en güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka,
söylenmemiş "merhaba"lar sakladım her köşeye 
vedalar bıraktım duraklarda.
ne ararsan bir sevdanın içinde 
fazlasıyla bıraktım ardımda.

beni güzel hatırla!
dizlerimde uyuduğunu düşün, 
saçını okşadığımı, üşüyen ellerini ısıttığımı, 
mutlu olduğun anları getir gözünün önüne.
alnından öptüğüm dakikaları...
birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün 
şaşırtmayı severim biliyorsun.
bu da sana son sürprizim olsun. 
şimdi, seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum 
beni güzel hatırla. 
gidiyorum...

Ülkü Tamer / Sıra Göller

Haşhaş tarlaları arasından geçeceksin, 
Beyaz ve mor haşhaşları havaya savurarak 
Yeni bir afyon bulacaksın kendine. 
İşte o zaman beni unutma, 
Şairini, onun şiir yazan ellerini, 
İçine dizilen sıra gölleri, 
Kendi kendine konuştuğun seni, 
Her şeyi, hiçbir şeyi unutma. 

Zakkumların arasından bir şehre gireceksin, 
Aşk şiirleri, tabiat şiirleri, tarih şiirleri düşünerek 
Bir dinamit yapacaksın kendine. 
Korkma, ateşle onu. 
Öldürecek nice balıklar vardır sularında, 
Patlamayla dirilecek nice balıklar vardır. 
İşte o zaman an beni, yaşa beni, 
İşte o zaman unutma beni. 

Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın, 
Onların tohumunu havaya savurarak 
Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine, 
Her şeyin, hiçbir şeyin yolculuğu. 
İşte o zaman an beni, yaşa beni, 
Kıyılarda bile boğulan seni, 
Bir saz kuşu olarak gezinen hayaletini, 
Çeliğinden kemik oyan gövdeni. 

İçinde bir kaçakçı yaşar senin, 
Kayıkla dolaşır göllerinde, 
Beynine tabanca ve şiir satar, 
O kaçakçının bakışını sakın unutma.

Ülkü Tamer / Kırağı

Kırağı taşıdım güne. 
Yaprakları, otları araştırdım 
Bir kırağı seçtim kendime 
Güneş dağına tuttum ısınsın diye 
Cebime koydum keyifle 
Çıkardım, hava aldırdım 
Büyüttüm, misket yaptım 
Okuma öğrettim bir anda 
gazoz içirdim, limonata içirdim 
Sinemaya götürdüm, renkleri beğendi 
Maça götürdüm, topu beğendi 
Kıyıya götürdüm, denizi beğendi 
Ama biraz da korkup elimi tuttu 
İstasyona götürdüm, bavuları beğendi 
Eve götürdüm perdeleri beğendi 
Kitapları karıştırdı, yemek yedi 
Plak çaldım, müzik dinledi 
Uyudu, güzel bir rüya gördü. 

Ertesi sabah erkenden kalktık 
Kırağı taşıdık güne.

Ülkü Tamer / Bakış

Yürürken o bakışını bırakma, 
kasketin gibi kendine ekle onu. 

Dağılan bir kuş kanadı gibi 
sarsın alnının arkasını. 

Patikalarda büyüyen hışırtılar gibi 
yüreğinde büyüt onu. 

Ayın savurduğu sessizlik gibi 
içine savur onu. 

Tut elinden o bakışını. 

Çeşmeye götür, 
su içir ona. 

Çıkınını aç, 
peynir ver ona. 

Dağlara taşı, 
rüzgarı göster ona. 

Yaşarken o bakışını bırakma. 

Yılların hazinesi gibi 
öfkenin sandığında sakla onu.

24 Nisan 2018 Salı

Metin Altıok / Kuşlu Gazel

Koyup zarfın içine, üstünü acıyla pulladım
Sana bir sevinçlik menevişli kuş yolladım
Son kuşlarımdı bunlar, dedim telef olmasın
Geçti artık göğsümde kuş barınmaz anladım
Esti rüzgâr bozuk bozuk, örselendi yüreğim
Eksik gedik nem varsa ezberden tamamladım
Bende sönen şavkıması sürsün diye yaşamın
Bu kuşları senin için gözlerimde sakladım
Kim sürmüş Altıok Metin dünyanın sefasını
Kirletilmiş bir zamanı yürürken adım adım

15 Nisan 2018 Pazar

Seyyidhan Kömürcü / Eşya

bu mektup sana değil
konuşma yaşına gelen eşyalara
demiri dövenin elinden canıma geçen ağrı büyüyor
sabahları beni dışarı çıkaran acı ağacı
geceleri beni eve gönderen zaman
yapmaman gereken şeyler
kalbimde sürtünüp büyüyen delik
zaman hızlı ama vakit geçmiyor
öyle ki bazen yukarıdan attığım öfkeyi aşağıdan toplayabilecek kadar hızlı çarpan bir kalbim var
okudum
öfke yavaş yavaş düşüyormuş aşağıya

bu mektup sana değil
bakma yaşına gelen eşyalara
utandığım bir yüzü oluyor bazı eşyaların
durmadan bir yerimi kurcalıyor yoksulluk
kalbi kırık bir ok nereyi vurabilirse orası oluyorum bazen
gövdemi doldurduğum alkolle
gözlerimi kırmızı kırmızı edip bakıyorum yüksek binalara
hepimiz 'dünya soğuktur' diyen o nineden olmadık mı
inin aşağı
izledim
öfke yavaş yavaş çıkıyormuş yukarıya

bu mektup sana değil
susma yaşına gelen eşyalara
dünyanın kaç harikası var biri de yutkunmak
önümü ilikleyip çıktığım dışarılar
biliyorsunuz bazı fotoğraflarda canı sıkılan bir ağaç gibi bakıyorum dünyaya
umduğum felaket bu değildi diyorum
bu dünyada birini sevdik o da öldü diye karşılandığım bir yasta
göğe bakıyorum
ben de aferin diyorum tanrıya
çünkü böyle savaşlara inandım
sonuncu dünya savaşında kaç asker intihar etti
kaç kez yutkundu dünya
olsam mutlaka yanlış yerde nöbet bekleyen bir asker olacaktım
kırk gün kırk gece aynı dalgınlıkla

bu yüzden bu mektup sabaha karşı yalnız olan bütün eşyalara...

Edip Cansever / Flaş

hava poyrazlandı yağmur yağacak
yanıp yanıp sönüyor ışıklandırılmış gözlerin
yukarda
küle gömülmüş bir elma gibi gökyüzü
patladı patlayacak
olanca hışmıyla kentin

sensin
akıyor ön dişlerin beyaz beyaz yanıma
her şey rengine göre kanar bilirsin
tırnakların pembeye boyanmış bir koy gibi
pespembe kanar
ve her bir renkte kanayan gözlerin
çınlatır eluard'ın mısralarını orada
"içinde uçtuğum gözlerin
yolların gidişine
dünyanın dışında bir anlam verdi."
demek oluyor ki bu dünyada olmak öyle derin
öylesine anlamlı ki insan
bizse bu anlamın işçilerinden ikisi
yağmur yağacak.

yarı karanlık odamız, üstelik soğuk
ısıtıcı bir soğuk bu, değişik
sensin, bir yüzümde geziniyor şimdi yüzün
bir elimizdeki kitaplarda
şiirler okuyoruz bugün
limanlık bir deniz gibi kıpırtısız önümüzdeki taş masa

uykuya yatmış gibi bütün balıklar
gemileri kaptansız tayfasız
gidip gidip geliyor kimi zaman da
anayurduna dağlara
şiirler okuyoruz bugün

yaşlandık da ondan mı
susarak katlanıyoruz her mutsuzluğa
saatlendiriyoruz günü
bölüyoruz dakikalara
bir hiç oluncaya kadar bölüyoruz onu
bölüyoruz yani bütün mutsuzluklara
bir yaprak saniyesi geçiyor usul usul
penceremizden
mavi mavi hatmiler parlıyor dışarıda
dışarıda küçük bahçemizde
ayak izleri gibi gökyüzünün
hatmiler
bırakıyoruz bu sessiz uyuma kendimizi
derken bir mavi damar, bir dudak büküş
iyi anlaşılamayan bir ses sokaktaki
çırpına çırpına yükselen duman
bir tutam saçın öne düşüşü
sanki bir sardunya yaz boyu ne kadarcık uzarsa
kaça alınırsa bir tükenmez kalem
doluyor içimize öyle
hayatın birden bire anlaşılması gibi bir duygu gürültüsü
yağmur yağacak.

yaşını çoktan aştım Orhan Veli'nin
ölümle duruyorsa eğer yaşlanmak
onun bir sonbahar yağmuruna gömülü ölüsü
yağdı yağacak
"ölünce kirlerimizden temizlenir
ölünce biz de iyi adam oluruz..."
sade ve ince
dünyaya uzun parmaklarıyla dokundu dokunacak

yorulduğun zaman söyle
susalım, hiç konuşmayalım istersen
sussak da, hiç konuşmasak da, sözlerin senin
açık denizler gibidir zaten elimde
her zaman ama her zaman bir kıyıyı sezdiren
hatırlıyorum da kelimelerini bir bir:
şairlerin flaşları kalpleridir
dışarıya da parlamalı biraz
kaldı ki ben içimde gezinmekten yoruldum
sensin, iyi anlarsın beni
gözlerine başka türlü bakıyorum
ben bütün gözlere başka türlü bakıyorum şimdi
nemli bir tülbent olup buğulanıyor
ve yaşlı ve mahzun
ve devrilmiş bir boya kabı gibi de yoğun
memleketimin gözleri
yağmur yağacak

öyle bir yağmur ki bu, bilirsin
dam saçak demeyecek, yağacak
yağacak bir hışım gibi canevine kentin
kalplerimiz küle gömülmüş elmalar gibi
patladı patlayacak
alacak sonunda kendi rengini.

26 Mart 2018 Pazartesi

William Shakespeare / 66. Sone

vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
o kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e 
vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

Nazım Hikmet / Tahirle Zühre Meselesi

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
                                          ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. 

Fatih Şahin Işık / Züleyha

temmuz yanığı yüreğim
bozkırın ortayerinde
züleyha yanar
tarlalarda buğday

şimdi hangi bozlaktır
telinde sazımın
züleyha ağlar

temmuz yanığı yüreğim
kendi zindanında mahkum
züleyha, kendi geçmişine tutsak
ayrılıksız ayrılıklar

yan züleyha
kim eder seni azad
sen de yan züleyha
tarlada başak kadar
testide su
tende ter kadar

şimdi durmadan
kaçar durur
eski bir şehrin
yabancı duvarlarına
yalancı diyarlarına
kaç züleyha
kaçabilirsen

temmuz yanığı yüreğim
uykusuz gecelerde
rüyalar görülmez züleyha
kendi rüyana kal
kendi rüyanda yan
yan züleyha

şimdi hiçbir şiir
kurtarmaz seni
züleyha
hangi kuyudur
beni benden alır da
zindanlara salar

hangi kabusu görsem
zebaniler oynar
şeytan alkış tutar
hangi rüyayı yorsam
senden kaçamam

şimdi züleyha
hangi ülkeye
sultan olsam da
gözlerin değer
bu sevda beni
senden eder

züleyha
hangi şiirin kalemi olsam
hangi ağıda nefes
sen züleyha
hangi gömleği giysem
yan züleyha...

12 Mart 2018 Pazartesi

Süleyman Çobanoğlu / Benden Sonra Bir Daha

Sarıköy’e de uğra on bir kabri komagıl
Benden sonra bir daha turnaları bırakma
Atın sor hatırını köpük köpük alnını
Yörende bir oğlancık pes gönlünü farıtma
Benden sonra bir daha suya girme tedbirsiz
Bulut kızdı mı bakma itimad etme kuma
Çöküp de bir cigara yakarkenki o ışık
Tanık olsun – bir tanık lazımdır olduğuma
Yoksa kimler bilecek burda böyle bir adam
Yüzü yüzlerden kesik kalbi sazlardan kesik
Benden sonra bir daha Allah’a boyun uzat
Enir aluban tabiat okusun türlü betik
Dünyaya aldırmayan gözlerin ışıl ışıl
Karanuluk içinde ateş yakmış çobanlar
Benden sonra bir daha usul ağla ağlarsan
Yağmura hörmetinden ağladığın zamanlar
Seni sevip çekildim dedim dünya bu kadar
Kar örttü ovaları ne gölge var ne de iz
Benden sonra bir daha gözetleme afaki
Yabancıyız nihayet ekmeğe etmek deriz.

27 Şubat 2018 Salı

Ece Ayhan / Zambaklı Padişah

Ne zaman elleri zambaklı padişah olursam
sana uzun heceli bir kent vereceğim
girilince kapıları yitecek ve boş!

azizim, güzel atlar da güzel şiirler gibidirler
öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!

26 Şubat 2018 Pazartesi

Hasan Hüseyin Korkmazgil / Akarsuya Bırakılan Mektup

Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki, öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.

o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi, nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.

24 Şubat 2018 Cumartesi

Orhan Veli Kanık / Yaşamak

I
biliyorum, kolay değil yaşamak,
gönül verip türkü söylemek yar üstüne;
yıldız ışığında dolaşıp geceleri,
gündüzleri gün ışığında ısınmak;
şöyle bir fırsat bulup yarım gün,
yan gelebilmek çamlıca tepesine...
-bin türlü mavi akar boğaz'dan-
her şeyi unutabilmek maviler içinde.

ıı
biliyorum, kolay değil yaşamak;
ama işte
bir ölünün hâlâ yatağı sıcak,
birinin saati işliyor kolunda.
yaşamak kolay değil ya kardeşler,
ölmek de değil;

kolay değil bu dünyadan ayrılmak.

21 Şubat 2018 Çarşamba

Cahit Sıtkı Tarancı / Her Günkü Şarkım

Şehirde bir kasvet,
rüzgârda bu dâvet,
enginde hürriyet,
serde gençlik varken,
beyaz açılırken
bu mavi sularda
her gün binbir yelken,
âni bir kararda,
edip şehre veda,
niçin acep niçin
sen de bir geminin
yolcusu değilsin?
şehirde bu kasvet,
rüzgârda bu dâvet,
enginde hürriyet,
serde gençlik varken.

15 Şubat 2018 Perşembe

Metin Altıok / Aşk Da Çevreye Uyar


Sevgilim aşk da çevreye uyar,
Susuzluk kaktüsü dikenle kaplar.

Bak bazı kadınlar kaçmaz çorapların
Uzun bacakları olmuşlar.

Ve bazı giysiler içinde çalımla
Merdivenden iniyor adamlar.

Çocukların gül dudağında
Zift gibi yapışkan kara sakızlar.

Öyle yalnızız ki bu panayırda
Sevgimiz durmadan bir taşı ovar.

Sevgilim aşk da uyar çevreye
Ve kendine parlak bir yalan arar.

13 Şubat 2018 Salı

Attila İlhan / Hadi Sen Git

altın dişli fahişeler urfa'da bir barda gülümseyen
kankırmızı gülümseyen gümüş saplı el aynalarına
uyanıp geceyarılarına su içmek istediğim uykulu ellerinden
her akşamüstü zihinlerinden mermi hızıyla geçtiğim
kimsenin görmediği ünlemler çizerek titrek dudaklarına

hadi sen git yağmur bastırmadan ben sonra gelirim
bir kız vardı sevdiğim (alman) nedense tutuklamışlar
hadi sen git beni yalnız bırak bu akşam iyi değilim

bir şeyleri bir yerde yarım bıraktık neleri nerede nasıl
kim kimi yüklenmiş götürüyor boşalan hangimiz
şehirler birden karanlık / birden elektrik kuşları
kıvılcımlı gözleriyle karanlığımıza dolmuşlar
aylardan hangi aydır yıllardan hangi yıl
geçmiş bir zaman parçasının içinde miyiz
başımda fes peçelisin cebimizde osmanlı kuruşları
gazeteci ahmet samim'i galata köprüsü'nde vurmuşlar

hadi sen git yağmur bastırmadan ben sonra gelirim
o kitap vardı ya verdiğin (roman) yakıp savurmuşlar
hadi sen git beni yalnız bırak bu akşam iyi değilim

çığlıklar atıyorum başkalarının ağzından çıkıyor
kumral kirpikli kızların fabrikalarda bildiri dağıtan
saçları yorgun sarı / üstüne kirli bir kar yağıyor
kalemi elime alsam benim yerime bir başkası yazıyor
belki bir işçi bıyıkları ağzına giren hiç görmediğim
ellerinde gizli bir titreme kalmış 12 mart'tan
deryaları devirse bir türlü sarhoş olamıyor

hadi sen git yağmur bastırmadan ben sonra gelirim
sendikacı osman'ı bilirsin (militan) ölüsünü bulmuşlar
hadi sen git beni yalnız bırak bu akşam iyi değilim.

12 Şubat 2018 Pazartesi

Attila İlhan / Pia

Ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim

ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm

Attila İlhan / Kaptan

Eflâtun gözlerin olduğunu bilmiyordum

gece yarısını yaşamaktan yorgunum

ayazın avucunda unutmuştun ellerini
önünden geçtiğim halde beni tanımadın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
şiirlerim kül rengi kumrular gibi uçuşuyorlar
bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok
hele paris'in gökleri aklımı başımdan alıyor
bana seni senden evvelki poitiers'li kızı
hatırlatıyor

ayazın avucunda unutmuştun ellerini

karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular
gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar

ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın

ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen tanıyamazdın
hatta ricardo bile hani vatansız ricardo
burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı
oysa au vieux chatalet'de akşam sabah beraberdik
üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti

yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim

montmarte metrosu civarında seni gözden kaybettim
o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cigara gibi
sidney bichet'nin caz havalarını çiğneyip tüküren
o saklasın varsın seni sevdiğini biliyorum ben
yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü

bir gazete aldım ama evde okuyacağım

kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
seni öldürmek için çareler tasarlasam
sükût bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü
ve ben unutulsam yazdığım şiirler
senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam
ellerim oldum olasıya seni unutsalar

yarı gecenin içinden bir zenci sütbeyaz bakıyor
rue lafatette'de dünden bugüne geçiyorum
eflâtun gözlerini bir grog kadehinde unuttum.

9 Şubat 2018 Cuma

Attila İlhan / Sisler Bulvarı

Elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk

sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk

sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı

sisler bulvarı'nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarapta kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı

bir gemi beni afrika'ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka'da bir gün kalacağım
sisler bulvarı'nı hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapurlar uğuldayacak

sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul'du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlik bana dokunuyordu

eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlıyamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı

sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray'da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum

6 Şubat 2018 Salı

Ah Muhsin Ünlü / Kutub-u Şikeste

Yağmur başladı sen dedim camlara koştum
doğursan zulmümden çıldıracaktı deniz
biz aynı hırkayı giyecektik muhyiddin ağlayacaktı
muhyiddin ağlayacaktı biz aynı hırkayı sırayla giyecektik biz

meğer gül hemen çözülmezmiş hemen gül meğer
yürürmüşüm ve parçalanmayabilirmiş avrat
bana düğün salonlarından beri rab patlat
şu aynayı koynuma almazsam eğer

anlamadığım çocukları balkonuma gömerim
şeyh gardolaplarıysa ancak yağmur bildirir
bir şemsiye sarıklaştırır at değil midir? 
nizamülmülk, gazâlî, sabbah; koşsalar? ..

kuş patladı, allah vardır, bisiklet söylüyorum
fotoğrafı ve’l asr ile açıkla derdi babam
kuyulardır, derindir, içinde adam vardır
yusuf bile düşmüştür aleyhisselam! 

ayın aydınlık yüzü gibi bir tiren dolu bacak
ağlamak
abdesti bozmaz mıydı be şeyhim? 
gelmeyeydin yanlış planlanmış bir gömleği
ta kendi kuzusuna verecek idim
gidiyorsun ve gayet planlanmış bir kuzudan
gömlek sökmek üzreyim

ve nihayet göğe düşsem bengitay işte
annemi daha içeriden açıklayabilirim
şol cinnete pasaj dersen sevgilim beni sıkma
sevgilim beni sıkma ben
okuma bilirim.

Ah Muhsin Ünlü / Bisiklet Ve Allah

Pek renkli kazaklar yağmurlu parklar 
geniş otobüs yerleri alçak bina yapıları için! 

ey insanı ve elmayı aynı ipe dizen matematik 
ey çocuğa sütü sıcak içiren anne 
ve yerleştirip iki elimi toprağa yüksek hareketlerle 
vücudumda uyum, alnımda tiner 
ve şimdi senin adınla sevgilim büyük yeminler 
vermemek 
ve allah'ı bir de anarken fotoğraf çektirmek için 
bir zencinin kaburgasında yıkandığım tay! 

ah sütü memeye taşıyor damar 
zıpkını göğsüne bastırıyor su 
hiç mi çelişmiyor hiç mi allah'ım 
geceyle hallaç 
matbaayla toprak 
merasimle tuğ?