Bardaktan seni içmek
seni teneffüs etmek havada...
dolaşmak,dolaşmak sana dönmek
seni bulmak yuvada...
yolumuzda aylar, yıllar
basamak basamak...
basamakların çıkamadığı yere
kanatlarınla çıkmak...
boşaltmak takvimden günleri
günlerin üstünden yollara bakmak
rüzgarla esmek, sularla akmak...
baharı yollamak yollara
alıkoymak bir nisanın tadını...
dışarda herkes gibi seslenmek sana
ve koynunda söylemek asıl adını...
inanmak,inanmak,inanmak
ninnilerinle uyuyup,türkülerinle uyanmak...
29 Ocak 2018 Pazartesi
Ahmet Telli / Yenildik
Yenildik;
şimdi kim bilebilir zakkumun
o kekre tadını bizim kadar
tenimize sinmiş sülfür kokusunu
soluğumuzdaki cıvayı kim duyar
intikamcıydı bilim, sezgimizse
gölgesi sulara vuran bir ceylan
neyi yaşamışsak ömrümüz diye
derimize yazdı o vak'anüvis
kehribar saplı bir hançerle
kehânet kuyularında sınandık
terkettiğimiz her şehir yakıldı
anıtlar dikildi kahhar ve kutsal
zamansa bir karadeliğe dönüştü
belleğimizin oksitlenen çöllerinde
çöl ve moraran cesetler, rüya
kâbusa dönüyor cinnet saatidir
coğrafyanın bu yakasında bir halk
kendi oğullarını boğazlıyor artık
kûfi bir cesaret oluyor cinnet
biz keder diyorduk, tarihmiş
dilimizde işte o kil ve kül tadı
şimdi kim bilebilir yenilginin
o kekre kokusunu bizim kadar
soluğumuzdaki cıvayı kim duyabilir
şimdi kim bilebilir zakkumun
o kekre tadını bizim kadar
tenimize sinmiş sülfür kokusunu
soluğumuzdaki cıvayı kim duyar
intikamcıydı bilim, sezgimizse
gölgesi sulara vuran bir ceylan
neyi yaşamışsak ömrümüz diye
derimize yazdı o vak'anüvis
kehribar saplı bir hançerle
kehânet kuyularında sınandık
terkettiğimiz her şehir yakıldı
anıtlar dikildi kahhar ve kutsal
zamansa bir karadeliğe dönüştü
belleğimizin oksitlenen çöllerinde
çöl ve moraran cesetler, rüya
kâbusa dönüyor cinnet saatidir
coğrafyanın bu yakasında bir halk
kendi oğullarını boğazlıyor artık
kûfi bir cesaret oluyor cinnet
biz keder diyorduk, tarihmiş
dilimizde işte o kil ve kül tadı
şimdi kim bilebilir yenilginin
o kekre kokusunu bizim kadar
soluğumuzdaki cıvayı kim duyabilir
27 Ocak 2018 Cumartesi
Ahmet Haşim / Akşamlarım
Her akşam üstü ufuklarda bir selâm ararım
her akşam üstü uzak bir semâ-yi muzlimden.
sükût ü zulmet olan bir muhît-i mü’limden
doğar hayâtıma bir hicr-i dâimi sanırım.
semâ, senin o zamân mâteminle, hüznünle
deniz, senin o zaman hâtıranla mâlidir.
havâda son nefesin ye’s-i rûhu hâkîdir,
akar sular, dereler son nidâ-yi ye’sinle.
emellerimde bu dem bir hubûb-ı târ uyanır.
kederlerimde büyük bir sükût-ı zıll u havâ,
başım elimde, uzaklarda ihtizâr-ı mesâ,
dumanlı, gölgeli bir sâha-î hayâli uzanır.
hayâl ü hissimi reng-i muhite benzeterek
zevâl-i ömrümü seyreyliyor sanır nazarım.
erir bu dem kalır ufkumda bî-ziyâ bir renk
hakayıkım, elemim, zulmetim, düşüncelerim.
şemîm-i valsını bir nağme, bir havâ, bir zıl,
bu dem muhit-i hayâlâta anlatır bir bir.
bu dem, bu dem senin, ey rûh-ı gâib ü zâil
cunûn-ı ekşimi tenvime geldiğin demdir.
buhâr-ı şâm ile dağlar, denizler, ormanlar
gurub eder gibi bir başka cevf-i esrâra,
uzak ufukların üstünde mest ü âvâre
sükût-ı firkati ervâha zühre nakleyler.
başım elimde, sorar gözlerim ufuklardan
şemîm-i vaslını bir nefha, bir havâ senden;
bakıp ufûlüne her şâm-ı mü’limin sanırım
doğar sükut ile akşamlarım mezârından.
her akşam üstü uzak bir semâ-yi muzlimden.
sükût ü zulmet olan bir muhît-i mü’limden
doğar hayâtıma bir hicr-i dâimi sanırım.
semâ, senin o zamân mâteminle, hüznünle
deniz, senin o zaman hâtıranla mâlidir.
havâda son nefesin ye’s-i rûhu hâkîdir,
akar sular, dereler son nidâ-yi ye’sinle.
emellerimde bu dem bir hubûb-ı târ uyanır.
kederlerimde büyük bir sükût-ı zıll u havâ,
başım elimde, uzaklarda ihtizâr-ı mesâ,
dumanlı, gölgeli bir sâha-î hayâli uzanır.
hayâl ü hissimi reng-i muhite benzeterek
zevâl-i ömrümü seyreyliyor sanır nazarım.
erir bu dem kalır ufkumda bî-ziyâ bir renk
hakayıkım, elemim, zulmetim, düşüncelerim.
şemîm-i valsını bir nağme, bir havâ, bir zıl,
bu dem muhit-i hayâlâta anlatır bir bir.
bu dem, bu dem senin, ey rûh-ı gâib ü zâil
cunûn-ı ekşimi tenvime geldiğin demdir.
buhâr-ı şâm ile dağlar, denizler, ormanlar
gurub eder gibi bir başka cevf-i esrâra,
uzak ufukların üstünde mest ü âvâre
sükût-ı firkati ervâha zühre nakleyler.
başım elimde, sorar gözlerim ufuklardan
şemîm-i vaslını bir nefha, bir havâ senden;
bakıp ufûlüne her şâm-ı mü’limin sanırım
doğar sükut ile akşamlarım mezârından.
22 Ocak 2018 Pazartesi
Edip Cansever / Bakmalar Denizi
Bakmalar görüyorum bütün gün türlü bakmalar
pencere bakması, sabahlar bakması, yeşil otlar bakması
hepsi de beni buluyorlar, hepsi de bir yağmur uysallığında
gördüm suyun ki yumuşak, gördüm ağacın ki katı
gördüm ama şey, gördüm ama nasıl, gördüm ama bu kadar göz
aynı bir gözler denizi, aynı bir o kadar canlı.
bakmalar görüyorum, gök ortası gibi karşımda
bulutta göz, uçakta göz, derinlikte göz
göz oluyorlar birden, bu gözler de yatağa iç yapanları
masaya üst yapanları bunlar, atlara atça parlaklık
yılandan çöreklenmeyi, kediden uyuşmayı çıkaran bunlar da
işte uzunlardan ayak, işte beyazlar beyazından kalabalığı
bakmalar görüyorum durmadan göz olan bakmalar
başlama gözleri, çocuklu, masallı, sinemalı.
okşama gözleri vardı gel git eden parmaklarıma
aşklardan gelenleri aşkı da bir kullanışlı yapan
caz bakmaları, düğün bakmaları, dudaklar taşıyan bakmalar
bakmalar, ateşte, suda havagazında
_ateşten, sudan, havagazındandı gözleri-
kar gözleri, soğuk -güzel,buğu gözleri hamamlarda
en harlısı bu: savaşlarda, en ışıksızı ölülerdeki
bitti gözleri onlar bitti.
pencere bakması, sabahlar bakması, yeşil otlar bakması
hepsi de beni buluyorlar, hepsi de bir yağmur uysallığında
gördüm suyun ki yumuşak, gördüm ağacın ki katı
gördüm ama şey, gördüm ama nasıl, gördüm ama bu kadar göz
aynı bir gözler denizi, aynı bir o kadar canlı.
bakmalar görüyorum, gök ortası gibi karşımda
bulutta göz, uçakta göz, derinlikte göz
göz oluyorlar birden, bu gözler de yatağa iç yapanları
masaya üst yapanları bunlar, atlara atça parlaklık
yılandan çöreklenmeyi, kediden uyuşmayı çıkaran bunlar da
işte uzunlardan ayak, işte beyazlar beyazından kalabalığı
bakmalar görüyorum durmadan göz olan bakmalar
başlama gözleri, çocuklu, masallı, sinemalı.
okşama gözleri vardı gel git eden parmaklarıma
aşklardan gelenleri aşkı da bir kullanışlı yapan
caz bakmaları, düğün bakmaları, dudaklar taşıyan bakmalar
bakmalar, ateşte, suda havagazında
_ateşten, sudan, havagazındandı gözleri-
kar gözleri, soğuk -güzel,buğu gözleri hamamlarda
en harlısı bu: savaşlarda, en ışıksızı ölülerdeki
bitti gözleri onlar bitti.
19 Ocak 2018 Cuma
Cezmi Ersöz / Savruk Yılların Soldurduğu Bedenime Dokun
İthaf: nilgün marmara'ya
sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
ve biterken bir kahramanlık çağı
bu kanlı operayı seyrettiğim
alevlerle gölgelenmiş aynadan
kendime tutkun ayrılıyorum.
loş ışıkların altında
birbirlerine kırık dökük
aşk öyküleri anlatan
orospu mesihlerden geçerken...
bu artık son kez dokunuşum
akşamın parmak uçlarına.
ey uyumlu şizofrenler
hüzünlü benciller
bağışlayın bana bu akşamı...
kimsesiz çocukların gözlerinde
seyrettiğim bu akşamı.
birkaç randevu için beklettiğim intiharım
ve umudun kan kıyısından gelen kadın
için bağışlayın.
o esirgeyen gülüşü ve köpüklü eşarbıyla
gelirdi çünkü
umudun kan kıyısından gelirdi.
ve artık cüzzamlı çocukların yüzlerini
okşayan elleri
savruk yılların soldurduğu bedenime
dokunsa kaygılanmazdı...
sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
çünkü dönemem bir sokak köpeği gibi
zehirlediğim yalnızlığıma...
ve karşılıksız acılarda boğulurken gülüşüm
beni sana gittikçe bağlayan utancına sakla
hüznünü,
bana çirkinliğimden ve tarihimden uzak
bir ölüm getir...
özentisiz ve kendine hayran olmayan
bir ölüm
gözlerin ve sesin kadar kesin olan
bir ölüm...
en solgun mevsiminden geçiyor sevgi
unut beni unut, belki de terk ettiğin son
cehennemdir bu.
ve akşam... yoksul anıları aydınlatırken
ansızın sesine vurulan kör bir kemancı
kadar
ince ve dokunaklı olan bu akşam
başka kıyılarda güneşlenen bir
alacakaranlık olsam da
savruk yılların soldurduğu bedenime dokun
sesini bağışla bana
dağılan hayatıma bu akşamı bağışla
sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
ve biterken bir kahramanlık çağı
bu kanlı operayı seyrettiğim
alevlerle gölgelenmiş aynadan
kendime tutkun ayrılıyorum.
loş ışıkların altında
birbirlerine kırık dökük
aşk öyküleri anlatan
orospu mesihlerden geçerken...
bu artık son kez dokunuşum
akşamın parmak uçlarına.
ey uyumlu şizofrenler
hüzünlü benciller
bağışlayın bana bu akşamı...
kimsesiz çocukların gözlerinde
seyrettiğim bu akşamı.
birkaç randevu için beklettiğim intiharım
ve umudun kan kıyısından gelen kadın
için bağışlayın.
o esirgeyen gülüşü ve köpüklü eşarbıyla
gelirdi çünkü
umudun kan kıyısından gelirdi.
ve artık cüzzamlı çocukların yüzlerini
okşayan elleri
savruk yılların soldurduğu bedenime
dokunsa kaygılanmazdı...
sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
çünkü dönemem bir sokak köpeği gibi
zehirlediğim yalnızlığıma...
ve karşılıksız acılarda boğulurken gülüşüm
beni sana gittikçe bağlayan utancına sakla
hüznünü,
bana çirkinliğimden ve tarihimden uzak
bir ölüm getir...
özentisiz ve kendine hayran olmayan
bir ölüm
gözlerin ve sesin kadar kesin olan
bir ölüm...
en solgun mevsiminden geçiyor sevgi
unut beni unut, belki de terk ettiğin son
cehennemdir bu.
ve akşam... yoksul anıları aydınlatırken
ansızın sesine vurulan kör bir kemancı
kadar
ince ve dokunaklı olan bu akşam
başka kıyılarda güneşlenen bir
alacakaranlık olsam da
savruk yılların soldurduğu bedenime dokun
sesini bağışla bana
dağılan hayatıma bu akşamı bağışla
18 Ocak 2018 Perşembe
Orhan Alkaya / Yenilmişler İçin Birinci Parça
Gene mahzunuz muhip! onlar sevindi
sallantılı aşklar şakırdar yerkürenin kulağında
başarı tanrısı beton akıllara hükmünü bildirdi
spartakus değil, işte gene sparta kazandı
biz, büyüyen kiplerin tanrıları
've cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar'
bir meyhaneyi bile haneye çeviremeyiz artık
ey akşamın son çocukları, sonsuz
ormanlara kaybolan okşayış ve sonrasız
sulara susayan cravan’ların akşamı
ismiyle çağrılanların son kafilesi mi duruyor gölgenizde
şairlerin atası son defa mı bakıyor arkasına
'ruhlara tutunup dil dökmeye çalışırken eurydice'
mülkiyetin erdemi mi çalar yakınlıkların kapısını
ey rintlerin son akşam yemeğine yetiştirilen
karısı’nın hırsız’ı
işte gene cumhuriyetin alfabesiyle dolanırız yenilginin kalbine
işte gene onlarsızız: mişkin, peçorin, belki onyegin
ey bizi büyüten imge! ulu değil
ulur gibi eziliyor r
kardan adamların ilk a şapkası: aksan konfeksiyon
ey ahmet’in, arthur’un, nazım’ın ve baba’nın yırtıldığı an
gene yenildik muhip! onlar kazandı
bizim için yitik dutchman’di, çok söylemiştik, uçardı
biz uçardık esrimenin bin türlüsüyle; kahvaltıda bile
o ülkeden mi gelmiştik, sevişirdik düşağacının altında
hoyrat akşamüstlerinde, erzincan’a giderken fahriye ve
bir yerden bir yere giderken bile sevişmenin bin türlüsüyle
zaten bizim bir yerden bir yere gitmemizin adıydı cemal
ve edip’di en iyi yol arkadaşı yazıyla; mektuplarımız yanlış
zarflara konulurdu ve hep topuğumuzdan vurulurduk nedense
bir hal midir yiten ve gidiş sıfır ve artık hiçbir çocuk ağız tadıyla
okuldan kaçmıyorsa, inmiştir üstümüze tam dört yüz darbe
inmiştir high-tech felci inimize
've cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar' muhip! onların elinde
sallantılı aşklar şakırdar yerkürenin kulağında
başarı tanrısı beton akıllara hükmünü bildirdi
spartakus değil, işte gene sparta kazandı
biz, büyüyen kiplerin tanrıları
've cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar'
bir meyhaneyi bile haneye çeviremeyiz artık
ey akşamın son çocukları, sonsuz
ormanlara kaybolan okşayış ve sonrasız
sulara susayan cravan’ların akşamı
ismiyle çağrılanların son kafilesi mi duruyor gölgenizde
şairlerin atası son defa mı bakıyor arkasına
'ruhlara tutunup dil dökmeye çalışırken eurydice'
mülkiyetin erdemi mi çalar yakınlıkların kapısını
ey rintlerin son akşam yemeğine yetiştirilen
karısı’nın hırsız’ı
işte gene cumhuriyetin alfabesiyle dolanırız yenilginin kalbine
işte gene onlarsızız: mişkin, peçorin, belki onyegin
ey bizi büyüten imge! ulu değil
ulur gibi eziliyor r
kardan adamların ilk a şapkası: aksan konfeksiyon
ey ahmet’in, arthur’un, nazım’ın ve baba’nın yırtıldığı an
gene yenildik muhip! onlar kazandı
bizim için yitik dutchman’di, çok söylemiştik, uçardı
biz uçardık esrimenin bin türlüsüyle; kahvaltıda bile
o ülkeden mi gelmiştik, sevişirdik düşağacının altında
hoyrat akşamüstlerinde, erzincan’a giderken fahriye ve
bir yerden bir yere giderken bile sevişmenin bin türlüsüyle
zaten bizim bir yerden bir yere gitmemizin adıydı cemal
ve edip’di en iyi yol arkadaşı yazıyla; mektuplarımız yanlış
zarflara konulurdu ve hep topuğumuzdan vurulurduk nedense
bir hal midir yiten ve gidiş sıfır ve artık hiçbir çocuk ağız tadıyla
okuldan kaçmıyorsa, inmiştir üstümüze tam dört yüz darbe
inmiştir high-tech felci inimize
've cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar' muhip! onların elinde
Ahmet Telli / Sizi Sevmiyorum
Sesimden arındım ve ufku
bir harmani gibi giyindim
kahraman bir korkaktım
kavmimin kadim tarihinde
ki onlar için umutsuzluk
kendim için haramiydim
böyle bilindiydi bu hikâye
yarından bugüne kaldıydı
tersine akan bir ırmaktım
sözün şaşkın serinliğinde
kendi deltasında boğulandım
ve sizi sevmiyorum ey kavmim
yakın beni rüzgârın ıslığa
ıslığın hükme döndüğü yerde
derim ki ey kavmim, zulmünüz
payidar, yurdunuz çığlığımdı
ki hükmümü kendim veriyorum
yakın beni sesim sorulara dönmeden
küllerimin altında kalacak
mutluluk sandığınız ne varsa
böyle yaşandıydı bir ömür ve söz
giyotindi sözün belleğinde
bir harmani gibi giyindim
kahraman bir korkaktım
kavmimin kadim tarihinde
ki onlar için umutsuzluk
kendim için haramiydim
böyle bilindiydi bu hikâye
yarından bugüne kaldıydı
tersine akan bir ırmaktım
sözün şaşkın serinliğinde
kendi deltasında boğulandım
ve sizi sevmiyorum ey kavmim
yakın beni rüzgârın ıslığa
ıslığın hükme döndüğü yerde
derim ki ey kavmim, zulmünüz
payidar, yurdunuz çığlığımdı
ki hükmümü kendim veriyorum
yakın beni sesim sorulara dönmeden
küllerimin altında kalacak
mutluluk sandığınız ne varsa
böyle yaşandıydı bir ömür ve söz
giyotindi sözün belleğinde
Edip Cansever / Kırda Karanlık
Kırda metalsi bir uçurum kalınlığında
hiçkimselerin geçmediği sesi
orda burda yaşlı ışınlar. ötede az
bir korkuluk; ölümün kırçıl çiçeği
saklı bir seyircini resim kalışındaki leke
her evin bahçesinde bir lamba yanıyor sanki.
gündüzler kimi yerde gecedir artık
bakışım kumdan şimdi
önce yaşlı ışınlar, sonra sonra karanlık
avuçlarımı yüzüme kapatıyorum
ben kapatır kapatmaz
evet, biliyorum, iki kere karanlık.
hiçkimselerin geçmediği sesi
orda burda yaşlı ışınlar. ötede az
bir korkuluk; ölümün kırçıl çiçeği
saklı bir seyircini resim kalışındaki leke
her evin bahçesinde bir lamba yanıyor sanki.
gündüzler kimi yerde gecedir artık
bakışım kumdan şimdi
önce yaşlı ışınlar, sonra sonra karanlık
avuçlarımı yüzüme kapatıyorum
ben kapatır kapatmaz
evet, biliyorum, iki kere karanlık.
17 Ocak 2018 Çarşamba
Turgut Uyar / Çok Üşümek
Bir kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın
urban içinde üşüyüp üşüyüp kaldığımızın
bir kalır yanık yağlar kokusu şehirlerde
uzun nehirlere binip uzaklaşmadıkça
bir kalır yabancı yataklarda o oteller
meydanlar heykeller sizin olmadığınız o her yer
o çok yalınç gerçekli gelip gitmeler
bir kalır uzun duvarlar ve onların dipleri
bir kalır yılgın adamların hep "evet" dedikleri
çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız
tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün
bir kalır uzun kitaplarda anısı çok üşüdüğümüzün
Füruğ Ferruhzad / Gazel
benim sesimi taşlarca dinliyorsun
taşsın hemen dinlediklerini unutuyorsun
ilkbahar sağanağısın ve pencerenin uykusunu
dürtü darbeleriyle kaçırıyorsun
okşayışın yeşil dalı olan elimi
ölü yapraklarla seviştiriyorsun
şaraptan daha sapkınsın ve gözü
yalazlara oturtuyor döndürüyorsun
ey kanımın bataklığının altın balığı
hoş olsun sarhoşluğun beni içiyorsun
sen gün batımının mor derelerisin ve gündüzü
göğsüne bastırıyor söndürüyorsun
gölgelerde, oturdu senin furuğun ve uçuklaştı
gölgelerle onu neden karaya bürüyorsun?
çev: haşim hüsrevşahi
taşsın hemen dinlediklerini unutuyorsun
ilkbahar sağanağısın ve pencerenin uykusunu
dürtü darbeleriyle kaçırıyorsun
okşayışın yeşil dalı olan elimi
ölü yapraklarla seviştiriyorsun
şaraptan daha sapkınsın ve gözü
yalazlara oturtuyor döndürüyorsun
ey kanımın bataklığının altın balığı
hoş olsun sarhoşluğun beni içiyorsun
sen gün batımının mor derelerisin ve gündüzü
göğsüne bastırıyor söndürüyorsun
gölgelerde, oturdu senin furuğun ve uçuklaştı
gölgelerle onu neden karaya bürüyorsun?
çev: haşim hüsrevşahi
İsmet Özel / Gececil Kuşların Ürkmediği Aydınlık
Günlerimize
o ilkel sesleri karışır ya
gemileri annelerinden çok seven çocukların
bir adam gelir ya
devinen bir sancıdır artık
gelir eski günlerden
ve uzar sanki uzar
ırzına geçilmiş bir kahramanlık.
sinsi gülüşlerimizdir şimdi pis bir suda yıkanan
korkulardır katar katar inenler gökyüzünden.
ay sürekli yükselirse içimizde
çirkin ama güçlü bir tanrıya taptığımızdandır
ondan ki sıkıcıyız bu eski ayaklarla
ondan ki ulu bir tiksintiye hazırlanmışız,
kemerlerimizdeki en güzel geyik ölüm.
amakim? ben miyim burda bir esrime mi
nedir bu kuşların uçuşunda gördüğüm?
aptalca beklerim o hiç sökmeyecek şafağı.
oysa yüreğimden akan o derin suda
kırmızılar öylesine yırtılır ki
siner kan,
huysuz kemanlar dolar şahdamarıma,
yansır kin savaşçıları, gürül gürül ordular
utancın köpürttüğü yanaklarımdan.
köz komamış ateşinden bize o adam
şimdi gülüşlerimiz yırtıcı, gülüşlerimiz korkunç
ağır, kara bir zırh taşıdığımızdan.
o ilkel sesleri karışır ya
gemileri annelerinden çok seven çocukların
bir adam gelir ya
devinen bir sancıdır artık
gelir eski günlerden
ve uzar sanki uzar
ırzına geçilmiş bir kahramanlık.
sinsi gülüşlerimizdir şimdi pis bir suda yıkanan
korkulardır katar katar inenler gökyüzünden.
ay sürekli yükselirse içimizde
çirkin ama güçlü bir tanrıya taptığımızdandır
ondan ki sıkıcıyız bu eski ayaklarla
ondan ki ulu bir tiksintiye hazırlanmışız,
kemerlerimizdeki en güzel geyik ölüm.
amakim? ben miyim burda bir esrime mi
nedir bu kuşların uçuşunda gördüğüm?
aptalca beklerim o hiç sökmeyecek şafağı.
oysa yüreğimden akan o derin suda
kırmızılar öylesine yırtılır ki
siner kan,
huysuz kemanlar dolar şahdamarıma,
yansır kin savaşçıları, gürül gürül ordular
utancın köpürttüğü yanaklarımdan.
köz komamış ateşinden bize o adam
şimdi gülüşlerimiz yırtıcı, gülüşlerimiz korkunç
ağır, kara bir zırh taşıdığımızdan.
Edip Cansever / Bir Çiçek Sergicisi Der Ki
Bin dokuzyüz on iki miydi, bin dokuz yüz elli iki miydi
güneşli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi
ellerim kirli miydi
neydi
çiçeklere su mu serpiyordum, bir karanfil çok mu uzaklardan gelmişti
bilmem ki
benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur
her zaman hatırlarım
sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur
bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili
karım göğsüme takmıştı. şimdi ben çok yaşlıyım
şimdi ben nedense çok yaşlıyım
herkesi ayrı ayrı tanımam
ruhi bey'i içerenköy'den tanırım
içerenköy'ü iyi bilirim de ondan
kaç yıl önceydi, şimdi unuttum
babasını da tanırım
kaç yıl önceydi, bilemem
üryani eriği gibi gözleri vardı
çizmeleri, kamçısı
ruhi bey, benden çiçek alırdı
o zamanlar sokak sokak dolaşırdım
çiçek alanları iyi bilirdim
ruhi bey de çiçek alırdı
nedense benden alırdı. çünkü ben çiçekleri çok biçimli tutarım
kuşkonmazları sevmem, kullanmam
çiçeklerin aralıklarına bakarım
sanki ben onları hep yeniden yaratırım, yontarım
bin dokuz yüz kırk üçde biri öldü
boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düştü
düşünce öldü
bir ölülük sindi ellerime
bir ölülük bana sindi
ona sergimde her zaman bir yer ayırırım
kimseler bilmez
ben işte gizli gizli onu sularım
karanlık bir karanfilliği
yoklukta bir karanfilliği
o gün bugündür bütün çiçekler
karanfildir benim için.
bir gün de bir demet karanfilim yandı
bir demet karanfilin penceresi, kapısı
nedense yandı
önce giyinik bir ev görünümündeydi, öyleydi
takındı kırmızılarını sonra
süslendi
bir boşluk edindi orda kendine
hemen oracıkta bir boşluk
açtı şemsiyesini ve gitti.
ben şimdi oğlumun yanında kalırım
onun kırmızı yapraklardan yapılmış
bir zamandışılığı vardır
beni anlamaz
anlamaz, niye anlasın
anlaşılmak -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz
ben kendime bir karanfil mezarı satın aldım
beni oraya gömecekler
ruhi bey cenazeme gelecek
ama hangi ruhi bey
doğrusu biraz şaşırdım
içerenköy'deki ruhi bey gelmez
osadece karanfil satın alır
ölümü pek beğenmez
şimdiki ruhi bey ölümedaha yatkındır
yaşamaya da
ölümle yaşam arasında bunalır bunalır
ben bu kadarını anlarım
o gelir beni kaldırır
bir karanfil kalabalığına arrtık katılır
geçen gün gördüm
acımayı unuttum
sevinmeyi unuttum
ben her şeyi artık unutuyorum
ama ogeçerken ne yalan söyleyeyim şuramda birağrı duydum
ağrı da değildi belki, hani, nasıl
gövdemi yeniden buldum
acılar acılara eklenince ağırlaşıyor
gövdem de ağırlaşıyor
ruhi beyle kocaman bir demet karanfil oluyoruz
şu üstümdeki boşluk kadar
bir demet
yok artık pek konuşmuyoruz
benim sözlerim eskidi
onunki de eskidi
zaten kelimeler sonludur
öyledeğil mi
donuk donuk bakışıyoruz
ben ölüme iyice yakın
o yaşamaktan uzak
öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz
karanfiller ölürken
karanfillerden bir deniz.
güneşli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi
ellerim kirli miydi
neydi
çiçeklere su mu serpiyordum, bir karanfil çok mu uzaklardan gelmişti
bilmem ki
benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur
her zaman hatırlarım
sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur
bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili
karım göğsüme takmıştı. şimdi ben çok yaşlıyım
şimdi ben nedense çok yaşlıyım
herkesi ayrı ayrı tanımam
ruhi bey'i içerenköy'den tanırım
içerenköy'ü iyi bilirim de ondan
kaç yıl önceydi, şimdi unuttum
babasını da tanırım
kaç yıl önceydi, bilemem
üryani eriği gibi gözleri vardı
çizmeleri, kamçısı
ruhi bey, benden çiçek alırdı
o zamanlar sokak sokak dolaşırdım
çiçek alanları iyi bilirdim
ruhi bey de çiçek alırdı
nedense benden alırdı. çünkü ben çiçekleri çok biçimli tutarım
kuşkonmazları sevmem, kullanmam
çiçeklerin aralıklarına bakarım
sanki ben onları hep yeniden yaratırım, yontarım
bin dokuz yüz kırk üçde biri öldü
boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düştü
düşünce öldü
bir ölülük sindi ellerime
bir ölülük bana sindi
ona sergimde her zaman bir yer ayırırım
kimseler bilmez
ben işte gizli gizli onu sularım
karanlık bir karanfilliği
yoklukta bir karanfilliği
o gün bugündür bütün çiçekler
karanfildir benim için.
bir gün de bir demet karanfilim yandı
bir demet karanfilin penceresi, kapısı
nedense yandı
önce giyinik bir ev görünümündeydi, öyleydi
takındı kırmızılarını sonra
süslendi
bir boşluk edindi orda kendine
hemen oracıkta bir boşluk
açtı şemsiyesini ve gitti.
ben şimdi oğlumun yanında kalırım
onun kırmızı yapraklardan yapılmış
bir zamandışılığı vardır
beni anlamaz
anlamaz, niye anlasın
anlaşılmak -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz
ben kendime bir karanfil mezarı satın aldım
beni oraya gömecekler
ruhi bey cenazeme gelecek
ama hangi ruhi bey
doğrusu biraz şaşırdım
içerenköy'deki ruhi bey gelmez
osadece karanfil satın alır
ölümü pek beğenmez
şimdiki ruhi bey ölümedaha yatkındır
yaşamaya da
ölümle yaşam arasında bunalır bunalır
ben bu kadarını anlarım
o gelir beni kaldırır
bir karanfil kalabalığına arrtık katılır
geçen gün gördüm
acımayı unuttum
sevinmeyi unuttum
ben her şeyi artık unutuyorum
ama ogeçerken ne yalan söyleyeyim şuramda birağrı duydum
ağrı da değildi belki, hani, nasıl
gövdemi yeniden buldum
acılar acılara eklenince ağırlaşıyor
gövdem de ağırlaşıyor
ruhi beyle kocaman bir demet karanfil oluyoruz
şu üstümdeki boşluk kadar
bir demet
yok artık pek konuşmuyoruz
benim sözlerim eskidi
onunki de eskidi
zaten kelimeler sonludur
öyledeğil mi
donuk donuk bakışıyoruz
ben ölüme iyice yakın
o yaşamaktan uzak
öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz
karanfiller ölürken
karanfillerden bir deniz.
Attila İlhan / Ben Artık Küsüm
beni de kırdılar içimde kırdılar
karanlık camlardan sular akıyordu
şimşekli bir boşlukta saat vurdu
beni de kırdılar belki yalnızdılar
belki onların da çocukluğu yoktu
bütün şarkılara kapalıydılar
bir genç kız değmemişti saçlarına
beni de kırdılar ben artık küsüm
yağmurları yağmıyor ağaçlarıma
sularından içmiyorum susadım ama
beni de kırdılar soğuk bir ölüm
çevik bir bıçak gibi çakıldı aklıma
oysa bir şarkıyım yeniden doğan günüm
bütün şarkılara kapalıydılar
16 Ocak 2018 Salı
Ümit Yaşar Oğuzcan / Sana Bir Tanrı Getirdim
Hani o iki kişilik dünyalar bizimdi
hani sen iyiydin
halden anlardın
hani sen git demiyecektin bana
ve ben herşeye rağmen gelecektim
içimde bir umut
ellerimde olgun meyvalar
dünya nimetleri
gözlerimde yanıp yanıp sönen bir pırıltı
ama ne sen gel dedin
ne de ben gelebildim herşeye rağmen
aşkımız ayrılıklarla başladı
deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik
öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu
karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri
deniz fenerinin ışığında yıkanırdık
köpükten bir çalkantıydı içimizde zaman
ne yana baksak denizdi, maviydi, ışıktı
sonra bir çaresizlikti zifir
akıntıya kapılmış gemiler gibiydik
bir org çalınır gibi yanıbaşımızda
öyle kendinden geçmiş, öyle başıboş
öyle derin duygular içindeydik, anlatılmaz
sarhoş rüzgarlara bıraktık kendimizi
aldığını geri vermez dalgalara
görmediğimiz ülkeler gördük gün doğusunda
tatmadığımız yemişlerden tattık; günahkar olduk
alevden bir tasta eridi günler
bir cehennem ateşiydi aşk içimizde
hiç sönmeyecekmiş gibi yanıyorduk
tutsaklığımız nasıl başladı bilinmez
paslı demir kapılar kapandı üstümüze
taş duvarlarda kayboldu boğuk seslerimiz
çaresizliğimizi bize aynalar söyledi, inanmadık
kuşatıldık ansızın kederle, ayrılıkla
aman vermez karanlıklar sardı dört yanımızı
yalnızlık bir ağrı gibi çöktü başımıza
uyuduk bir daha uyanamadık
şimdi bir kutup var sana çeker beni
bir kutup var senden öteye
ben onun için böyle ortalıklarda kaldım
dağ yollarında, caddelerde, sokaklarda
onun için bulup bulup yitirdim seni
hangi kapıyı çaldıysam sen açtın bana
hangi gözümü yumduysam seni gördüm
zamandın, zamandan öte bir şeydin
yıllarca bir meşale gibi yandın uzaklarda
bu manyetik alanda boğulmam senin yüzünden
bu zincirleri sen vurdun ellerime
sen getirdin bunca karanlıkları
al şunu mum yak
korkuyorum
bir taş aldım attım denize
günahlarımdan kurtuldum
alfabenin yirmisekizinci harfindeyim
öteye gidemem
itme beni
benim de bir insan tarafım vardı
bakma böyle kötü olduğuma
benim de dileklerim vardı
benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan
yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi
her gün bir kadın ağlar benim yüzümde
büyük dertler için benim ellerim
anlamıyor musun
sen sevildiğin için güzelsin bu kadar
ben sevilmediğimden böyle çirkinim
bütün kötü yerlerde ben korkarım
biliyorum
bir hayvan leşiyim öleli kırk gün olmuş
fabrika bacalarında bir kara dumanım
zehirim akrep kuyruklarında
kötüyüm sevemediğin kadar
öyle fenayım
kapanmış bıçak yaralarında
bu pis çöp tenekelerinde unut beni
unut artık
bayat bir ekmek gibi
çürümüş bir elma gibi
sarı badanalı evlerde kazanlar kaynar
sarı badanalı evlerde günahlar işlenir her gece
sarı badanalı evlerde ölüler yıkanır
sarı badanalı evleri sev biraz
bu evlerde zaman benim akşamlarımdır yitirilmiş
bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan
bu sarılarda benim yüreğim bir ölür, bir dirilir
anladım
bu dünyada benden başka kimse yok beni anlayan
tosca'dan bir arya hatırlıyorum şimdi
sus biraz
ensemde bir akrep yürüyor
bırak yürüsün
sabaha asacaklar beni
dokunma
yedi canım vardı, ikisi gitsin
bunca ölümler az gelir bana
kalbimi yardım
bir damla kan aktı
kutuplara kar yağıyordu
üşüdüm
failatun vezniyle seni çağırıyorum
bana imbiklenmiş yeşilliğini getir
dur gitme
beş kuruşum vardı kaybettim
dur gitme
ısırgan otlarından kurtar beni
deniz analarının gözlerini çaldım
sana bakmak için
güneşi üçe böldüm
al biri senin olsun
yüzümde beş bıçak yarası var
bir de sen vur
barut kokusunu severim
bir portakalı dilim dilim soy
acıktım
tut ki ben yoğum artık yeryüzünde
tut ki bir marul yaprağıydım
öldüm
al şu serçe parmağım sende kalsın
ben kötüyüm
allahsızım
korkunç çirkinim
ben seksensekizinci tul dairesiyim
sağ gözümün üç kirpiğini kestim
al
ben lanetlendim
chopin'in cenaze marşı çalınıyor
ölüler ayağa kalktı
görüyor musun
şu soldan ikinci benim
senin yüzünden öldüm
şimdi seni getiriyorlar karanlığıma
ağlıyorum
biraz sev beni
gül biraz
yaklaş biraz
seni affediyorum
kuşkonmaz dallarına astım kendimi
sedir ağaçlarına gül yapraklarına
başımı taşlara vurdum
gözbebeklerimde büyük camlar parçalandı
tanrısal duygular içindeydim
bütün tanrısızlığımdan uzakta
bir kemiklerinin sertliğini aldım
bir teninin aklığını
sonra sıcaklığını dudaklarının
gel bak
sana bir tanrı getirdim
gel bak
bir tanrı yarattım senden
hani sen iyiydin
halden anlardın
hani sen git demiyecektin bana
ve ben herşeye rağmen gelecektim
içimde bir umut
ellerimde olgun meyvalar
dünya nimetleri
gözlerimde yanıp yanıp sönen bir pırıltı
ama ne sen gel dedin
ne de ben gelebildim herşeye rağmen
aşkımız ayrılıklarla başladı
deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik
öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu
karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri
deniz fenerinin ışığında yıkanırdık
köpükten bir çalkantıydı içimizde zaman
ne yana baksak denizdi, maviydi, ışıktı
sonra bir çaresizlikti zifir
akıntıya kapılmış gemiler gibiydik
bir org çalınır gibi yanıbaşımızda
öyle kendinden geçmiş, öyle başıboş
öyle derin duygular içindeydik, anlatılmaz
sarhoş rüzgarlara bıraktık kendimizi
aldığını geri vermez dalgalara
görmediğimiz ülkeler gördük gün doğusunda
tatmadığımız yemişlerden tattık; günahkar olduk
alevden bir tasta eridi günler
bir cehennem ateşiydi aşk içimizde
hiç sönmeyecekmiş gibi yanıyorduk
tutsaklığımız nasıl başladı bilinmez
paslı demir kapılar kapandı üstümüze
taş duvarlarda kayboldu boğuk seslerimiz
çaresizliğimizi bize aynalar söyledi, inanmadık
kuşatıldık ansızın kederle, ayrılıkla
aman vermez karanlıklar sardı dört yanımızı
yalnızlık bir ağrı gibi çöktü başımıza
uyuduk bir daha uyanamadık
şimdi bir kutup var sana çeker beni
bir kutup var senden öteye
ben onun için böyle ortalıklarda kaldım
dağ yollarında, caddelerde, sokaklarda
onun için bulup bulup yitirdim seni
hangi kapıyı çaldıysam sen açtın bana
hangi gözümü yumduysam seni gördüm
zamandın, zamandan öte bir şeydin
yıllarca bir meşale gibi yandın uzaklarda
bu manyetik alanda boğulmam senin yüzünden
bu zincirleri sen vurdun ellerime
sen getirdin bunca karanlıkları
al şunu mum yak
korkuyorum
bir taş aldım attım denize
günahlarımdan kurtuldum
alfabenin yirmisekizinci harfindeyim
öteye gidemem
itme beni
benim de bir insan tarafım vardı
bakma böyle kötü olduğuma
benim de dileklerim vardı
benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan
yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi
her gün bir kadın ağlar benim yüzümde
büyük dertler için benim ellerim
anlamıyor musun
sen sevildiğin için güzelsin bu kadar
ben sevilmediğimden böyle çirkinim
bütün kötü yerlerde ben korkarım
biliyorum
bir hayvan leşiyim öleli kırk gün olmuş
fabrika bacalarında bir kara dumanım
zehirim akrep kuyruklarında
kötüyüm sevemediğin kadar
öyle fenayım
kapanmış bıçak yaralarında
bu pis çöp tenekelerinde unut beni
unut artık
bayat bir ekmek gibi
çürümüş bir elma gibi
sarı badanalı evlerde kazanlar kaynar
sarı badanalı evlerde günahlar işlenir her gece
sarı badanalı evlerde ölüler yıkanır
sarı badanalı evleri sev biraz
bu evlerde zaman benim akşamlarımdır yitirilmiş
bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan
bu sarılarda benim yüreğim bir ölür, bir dirilir
anladım
bu dünyada benden başka kimse yok beni anlayan
tosca'dan bir arya hatırlıyorum şimdi
sus biraz
ensemde bir akrep yürüyor
bırak yürüsün
sabaha asacaklar beni
dokunma
yedi canım vardı, ikisi gitsin
bunca ölümler az gelir bana
kalbimi yardım
bir damla kan aktı
kutuplara kar yağıyordu
üşüdüm
failatun vezniyle seni çağırıyorum
bana imbiklenmiş yeşilliğini getir
dur gitme
beş kuruşum vardı kaybettim
dur gitme
ısırgan otlarından kurtar beni
deniz analarının gözlerini çaldım
sana bakmak için
güneşi üçe böldüm
al biri senin olsun
yüzümde beş bıçak yarası var
bir de sen vur
barut kokusunu severim
bir portakalı dilim dilim soy
acıktım
tut ki ben yoğum artık yeryüzünde
tut ki bir marul yaprağıydım
öldüm
al şu serçe parmağım sende kalsın
ben kötüyüm
allahsızım
korkunç çirkinim
ben seksensekizinci tul dairesiyim
sağ gözümün üç kirpiğini kestim
al
ben lanetlendim
chopin'in cenaze marşı çalınıyor
ölüler ayağa kalktı
görüyor musun
şu soldan ikinci benim
senin yüzünden öldüm
şimdi seni getiriyorlar karanlığıma
ağlıyorum
biraz sev beni
gül biraz
yaklaş biraz
seni affediyorum
kuşkonmaz dallarına astım kendimi
sedir ağaçlarına gül yapraklarına
başımı taşlara vurdum
gözbebeklerimde büyük camlar parçalandı
tanrısal duygular içindeydim
bütün tanrısızlığımdan uzakta
bir kemiklerinin sertliğini aldım
bir teninin aklığını
sonra sıcaklığını dudaklarının
gel bak
sana bir tanrı getirdim
gel bak
bir tanrı yarattım senden
15 Ocak 2018 Pazartesi
Ümit Yaşar Oğuzcan / Ne Demek
Biz şimdi yok mu olduk ya öyle mi
bu film bizim için oynanmıyor demek
şarkılar şiirler falan hepsi yalan mı artık
bu çalgılar bizim için değil öyle mi
siz şimdi yoksunuz ne demek
öldük mu yani söyleyin açıkçası
artık hiç sevmeyecek miyiz
bizi kim koydu aptal yerine
öldük mü yani söyleyin boğuntuya mı geldik
siz şimdi yoksunuz ne demek
hadi anlatın canım gerçeği anlatın
bir yalan daha duymuş olalım ne çıkar
kestiğimiz yerden kan akmayacak mı öyleyse
düşlerimiz de mi kalmadı hayret doğrusu
siz şimdi yoksunuz ne demek.
nasıl da düştük bu tüm yalnızlığa
bizi bekleyecek kimsemiz de mi yok
bir gecemiz bile kalmadı mı dünyada
ne tuhaf düşünmek hiç düşünmemeyi
siz şimdi yoksunuz ne demek
hani biz sevmiştik üstelik sevenlerimiz vardı
ne diyorsunuz nereye gittiler acaba
ne oldu ardımızdan akacak gözyaşları
hani aşk vardı insan vardı allah vardı
siz şimdi yoksunuz ne demek
tutun ki öldük yağımızdan sabun yaptılar
kokulu sabunlar, renkli sabunlar
yine de kirlisiniz işte bizden betersiniz
doğrusu ayıp şakanın böylesi olmaz
siz şimdi yoksunuz ne demek.
bu film bizim için oynanmıyor demek
şarkılar şiirler falan hepsi yalan mı artık
bu çalgılar bizim için değil öyle mi
siz şimdi yoksunuz ne demek
öldük mu yani söyleyin açıkçası
artık hiç sevmeyecek miyiz
bizi kim koydu aptal yerine
öldük mü yani söyleyin boğuntuya mı geldik
siz şimdi yoksunuz ne demek
hadi anlatın canım gerçeği anlatın
bir yalan daha duymuş olalım ne çıkar
kestiğimiz yerden kan akmayacak mı öyleyse
düşlerimiz de mi kalmadı hayret doğrusu
siz şimdi yoksunuz ne demek.
nasıl da düştük bu tüm yalnızlığa
bizi bekleyecek kimsemiz de mi yok
bir gecemiz bile kalmadı mı dünyada
ne tuhaf düşünmek hiç düşünmemeyi
siz şimdi yoksunuz ne demek
hani biz sevmiştik üstelik sevenlerimiz vardı
ne diyorsunuz nereye gittiler acaba
ne oldu ardımızdan akacak gözyaşları
hani aşk vardı insan vardı allah vardı
siz şimdi yoksunuz ne demek
tutun ki öldük yağımızdan sabun yaptılar
kokulu sabunlar, renkli sabunlar
yine de kirlisiniz işte bizden betersiniz
doğrusu ayıp şakanın böylesi olmaz
siz şimdi yoksunuz ne demek.
14 Ocak 2018 Pazar
Edip Cansever / Beyaz Atlar Sulara
Benim yüzümde her şeyler var
üç dilim ekmek bunlardan biri
annem bir taşa oturmuş bunlardan biri
sur dışlarında hafif bir eskici olur
olur ya bir kendil olur biraz da elleri
insan yalnız mı buna bir çare düşünmeli.
dün biraz ağlamıştım bunlardan biridir şimdi
çok gülünç bir şekilde kahveye giriyorum
sorsam ya kapıdayken gözyaşı girilir mi
girilmez, girilmez, bunu her mahmut biraz anlatır
korkuyla anlatır, yüzünü baygın tutar anlatır
kahveci, seni sevmiyorum bunlardan biri.
bir deniz yandı gene, yansın ne çıkar sanki
işte horoz öttü yüzümün yarısında
yüzümde bir horoz var dünyanın biri
seni sevmek neden mi, acı ve güzel
geldikçe geliyorlar ellerinin elleri
odalar! çıplak masalar! buna bir çare düşünmeli.
bu da bir şarap olmalı şimdi boşluğu dolduracak
içince bir korsan ağzıyla içmeli
eskidir, yorgundur, akyıptır diye yüzler
bir sinek sinek mi vurunca öldürmeli
ve sinek oldu muydu hafif bir uzaklık olur
olur ya, hem biraz dargındır hem biraz evli
insan sevdi miydi buna bir çare düşünmeli.
Attila İlhan / Bela Çiçeği
Alsancak garı'na devrildiler
gece garın saati bela çiçeği
hiçbir şeyin farkında değildiler
kalleş bir titreme aldı erkeği
elleri yirtilmisti kelepceliydiler
çantasını karısı taşıyordu
hiç kimse tanımıyordu kimdiler
gece garın saati bela çiçeği
üçüncü mevki bir vagona bindiler
anlaşıldı erkeğin gideceği
bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler
bir türlü karısına bakamıyordu
ayaküstü birer bafra içtiler
gece garın saati bela çiçeği
şimdiden bir yalnızlık içindeydiler
karanlık gelmişi geleceği
birdenbire sapsarı kesildiler
vagonlar usul usul kımıldıyordu
Ümit Yaşar Oğuzcan / Kirli Çağ
Nasıl da değişiyor kişi zamanla
güç o güç değil hız o hız değil
inançlar sarsılmış, umutlar yitik
bu kirli çağ bizim çağımız değil
yeşiller, maviler kapkara olmuş
yorgun eller, ayaklar, yollarsa yokuş
ne açan güller var, ne öten bir kus
güneş o güneş değil, yıldız o yıldız değil
kökünden bir kurt girmiş ağaca
yapraklar perişan, dal paramparça
daha çok aldanacağız yaşadıkça
anlasana bu ilk aldanışımız değil
güç o güç değil hız o hız değil
inançlar sarsılmış, umutlar yitik
bu kirli çağ bizim çağımız değil
yeşiller, maviler kapkara olmuş
yorgun eller, ayaklar, yollarsa yokuş
ne açan güller var, ne öten bir kus
güneş o güneş değil, yıldız o yıldız değil
kökünden bir kurt girmiş ağaca
yapraklar perişan, dal paramparça
daha çok aldanacağız yaşadıkça
anlasana bu ilk aldanışımız değil
İsmet Özel / Dişlerimiz Arasındaki Ceset
Biz şehir ahalisi, kara şemsiyeliler!
kapçıklar! evraklılar! örtü severler!
çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir.
bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler
nezaketten haklılardan yanayızdır hepimiz
sevinmemiz çapkıncadır, ağlatır bizi küpeşteler
yaşamak deriz -oh, dear- ne kadar tekdüze
katliamlar ne kötü be birader
güneş neredeysek orada bulur bizi
ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser.
falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
sayılar bizi bulur, o ayıp işaretler
saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi
hadım tarih, kundakçı matematik, geri kafalı gramer
evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza
verem olmak üretimi düşürür ibaresini çizer
biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
kimbilir kimden umarız emr-i bi'l-ma'ruf
kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
memeleri ve boynu itimat telkin eder.
kapçıklar! evraklılar! örtü severler!
çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir.
bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler
nezaketten haklılardan yanayızdır hepimiz
sevinmemiz çapkıncadır, ağlatır bizi küpeşteler
yaşamak deriz -oh, dear- ne kadar tekdüze
katliamlar ne kötü be birader
güneş neredeysek orada bulur bizi
ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser.
falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
sayılar bizi bulur, o ayıp işaretler
saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi
hadım tarih, kundakçı matematik, geri kafalı gramer
evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza
verem olmak üretimi düşürür ibaresini çizer
biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
kimbilir kimden umarız emr-i bi'l-ma'ruf
kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
memeleri ve boynu itimat telkin eder.
Ahmet Telli / Resim ve Resim Tarihi
Birisi kitap okuyor otobüste
ilk durakta vuracaklar onu
dizlerinin üstüne çöken
bir zürafa gibi
kalakalacak o
ve bu kent
çapraz ateşler altında
yazarken kendi tarihini
zürafaların nesli nasıl tükendi
diye bir sayfa açacak
birisi kitap okuyor otobüste
ilk durakta vuracaklar onu
Edip Cansever / Anısındayım
Hafifçe ısırılmış bir elmanın dilindeyim
elmanın kokusundayım
anısındayım -kimbilir kimin-
anılarda görünür, düşlerde görünmez insan
düşlerde görünen anlamlardır
özelliklerdir bir de belli belirsiz.
ve
insansız anı yoktur. var mıdır?
elmanın kokusundayım
anısındayım -kimbilir kimin-
anılarda görünür, düşlerde görünmez insan
düşlerde görünen anlamlardır
özelliklerdir bir de belli belirsiz.
ve
insansız anı yoktur. var mıdır?
Edip Cansever / Bir Su Yılı Denebilirdi
Bir su yılı denebilirdi geldi geçti
üstünde durmuyorum
terledim, bulanık baktım
ne varsa kendiliğindendi
hemen hemen evden çıkmadım.
sanki avuçlarımda sürekli
yıkanmış, tabağa konmuş bir meyvenin ellenmişliği
ola ki makyajı bir oyuncunun karışmış gözyaşlarına
yeni kireçlenmiş bir duvarın kireci
avuçlarımda sürekli
bir su yılı denebilirdi üstünde durmuyorum
kalmışsa kalmıştır bir çomak gibi
kuru
artık kullanılmayan bir demiryolu
kararmış, kırık dökük
üstünde bir yük vagonu.
mavi bir araba kapımın önünde
bütün yıl
bir su yılı
kapısını kimse açmadı
açıp kapamadı hiç kimse
aslında mavi de sayılmazdı pek
balkıyıp duruyordu kırmızı bir şakayığın renginde
yani sabah güneşlerini denizde
günbatımını denizde
severek yaşayan bir balık da denebilirdi ona
çünkü düşler gerçekle
gerçekler düşle
anlayınca bir gün buluştuğunu
geçirir her günceye kısa bir yolculuğu
ama bir takı eksik gibidir bir sözcükte
damağın dudağın alışkanlığına karşı
kalbin atışlarıyla çok uyumlu bir de.
hadi anlat deseler anlatamam
bir yere gidiyorken cayıp bir başka yere gitmeyi
yani bir kunduzu karşıdan karşıya yüzdüren sezgi
nedir ben bilemem ki
belki bir raslantıdır da ondan mı sevdanın yeri
en yakın yeri
en uzak yeri
bitmeyen yeri
bitecek yeri
farkedilmez zaten anlaşılmış sevdanın
anlaşılmaz sevda ile bütün ekleri.
gözlerim sevdim seni
köklerim gözlerimin
suyunu benden içen ıssız bir kasaba gibi
üstünde durmuyorum
terledim, bulanık baktım
ne varsa kendiliğindendi
hemen hemen evden çıkmadım.
sanki avuçlarımda sürekli
yıkanmış, tabağa konmuş bir meyvenin ellenmişliği
ola ki makyajı bir oyuncunun karışmış gözyaşlarına
yeni kireçlenmiş bir duvarın kireci
avuçlarımda sürekli
bir su yılı denebilirdi üstünde durmuyorum
kalmışsa kalmıştır bir çomak gibi
kuru
artık kullanılmayan bir demiryolu
kararmış, kırık dökük
üstünde bir yük vagonu.
mavi bir araba kapımın önünde
bütün yıl
bir su yılı
kapısını kimse açmadı
açıp kapamadı hiç kimse
aslında mavi de sayılmazdı pek
balkıyıp duruyordu kırmızı bir şakayığın renginde
yani sabah güneşlerini denizde
günbatımını denizde
severek yaşayan bir balık da denebilirdi ona
çünkü düşler gerçekle
gerçekler düşle
anlayınca bir gün buluştuğunu
geçirir her günceye kısa bir yolculuğu
ama bir takı eksik gibidir bir sözcükte
damağın dudağın alışkanlığına karşı
kalbin atışlarıyla çok uyumlu bir de.
hadi anlat deseler anlatamam
bir yere gidiyorken cayıp bir başka yere gitmeyi
yani bir kunduzu karşıdan karşıya yüzdüren sezgi
nedir ben bilemem ki
belki bir raslantıdır da ondan mı sevdanın yeri
en yakın yeri
en uzak yeri
bitmeyen yeri
bitecek yeri
farkedilmez zaten anlaşılmış sevdanın
anlaşılmaz sevda ile bütün ekleri.
gözlerim sevdim seni
köklerim gözlerimin
suyunu benden içen ıssız bir kasaba gibi
9 Ocak 2018 Salı
Nizar Kabbani / Teşekkürler
Aşkına müteşekkirim
O benim son mucizem
Mucizeler çağı geçtikten sonra
Teşekkürler aşkına..
O bana öğretti okumayı, yazmayı
O donattı beni sözlerin en güzeliyle
Aşkın bir anda sildi bütün kadınları hayatımdan
Yok etti en güzel anılarımı..
Teşekkürler.. Ta derinden
Ey kutsal kitaplardan çıkıp gelen
Teşekkürler beline
Rüyalarımda gördüğüm, hayalini kurduğum
Defterlerimin ve günlüklerimin arasına
Bir serçe kuşu gibi gizlice giriveren
Yüzüne teşekkürler..
Teşekkürler şiirlerimde yaşadığın için
Teşekkürler..
Bütün parmaklarımda oturduğun için
Teşekkürler.. Hayatımda olduğun için..
Teşekkürler aşkına
Bütün insanlardan önce
Bana verdi müjde,
Melik olarak seçti beni,
Taç giydirdi
Ve takdis etti beni yasemin sularıyla..
Teşekkürler aşkına,
Bana ikram etti,
Beni terbiye etti,
Bana ilimlerini öğretti öncekilerin
Aşkın alemde beni seçti yanlızca
Firdevs saadetini..
Teşekkürler..
Gökkubbenin altındaki avare günlere,
Ve mahzun ekim sularına,
Endişeyle geçen saatlere
Huzurla dolduğum anlara..
Teşekkürler gözlerine
Menekşe ve şefkat adalarının yolcusu olan.
Teşekkürler
Geçip giden tüm güzel yıllara..
Teşekkürler aşkına
Benim en sadık
Ve en değerli arkadaşlarımdan olan.
Sevgin de göğsümde ağlar
Gökyüzü ağladığı zaman
Teşekkürler sevgine beni rahatlatan..
Tavus kuşu, nane ve su
Ve gül
Renkli bir bulut
Ekvatordan tesadüfen geçen
Öyle bir mucize ki peygamberlerin bile şaştığı..
Teşekkürler saçlarına
Tüm dünyayı meşgul eden
Uzunluğunu hurma bahçelerinden çalmış
Şu cimri dünyada gözlerinin bana sunduğu
Teşekkürler her bir dakika için..
Teşekkürler
Yaptığım çılgınca şeylere
Ve meydan okumalara
Senden devşirdiğim
Nice ulaşılmaz şeye..
Teşekkürler
Aşkınla dolu tüm yıllara
Sonbaharı, kışıyla
Bulutuyla, güneşiyle
Gökyüzünün tüm delişmenliğine..
Teşekkürler ağlama zamanına
Ve uzun seher mevsimlerine.
Teşekkürler bu güzel hüzne,
Teşekkürler bu güzel hüzne…
Nizar Kabbani / Seç
Ben seni seçtim, sen de
Ya göğsüm üzerine
Ya da şiir defterlerim üzerinde ölümü seç!
Ya aşkı ya da aşksızlığı seç
Seçmezsen korkaksın
Orta yer yoktur
Cennet ile cehennem arasında.
Ya göğsüm üzerine
Ya da şiir defterlerim üzerinde ölümü seç!
Ya aşkı ya da aşksızlığı seç
Seçmezsen korkaksın
Orta yer yoktur
Cennet ile cehennem arasında.
Bütün kağıtlarını at.
Herhangi bir karara razı olacağım
Söyle, haydi bir tepki göster, infilak et!
Çivi gibi çakılıp kalma!
Sonsuza kadar kalamam
Saman sapı gibi yağmurların altında.
Bir kader seç ikisi arasında
Kaderlerim ne kadar acımasız!
Herhangi bir karara razı olacağım
Söyle, haydi bir tepki göster, infilak et!
Çivi gibi çakılıp kalma!
Sonsuza kadar kalamam
Saman sapı gibi yağmurların altında.
Bir kader seç ikisi arasında
Kaderlerim ne kadar acımasız!
Bitkinsin sen, korkaksın
Ben de sözü çok uzattım
Ya denize dal ya uzaklaş
Deniz yoktur tutması olmayan
Aşk, büyük bir yüzleşmedir
Akıntıya karşı denize açılmadır.
Çarmıha gerilme, azap ve gözyaşıdır
Yıldızlar arasında bir yolculuktur.
Ben de sözü çok uzattım
Ya denize dal ya uzaklaş
Deniz yoktur tutması olmayan
Aşk, büyük bir yüzleşmedir
Akıntıya karşı denize açılmadır.
Çarmıha gerilme, azap ve gözyaşıdır
Yıldızlar arasında bir yolculuktur.
Korkaklığın beni öldürüyor ey kadın!
Perdenin arkasında oynuyorsun
Ben,
İsyankarların taşkınlığını taşımayan
Bütün surları kırmayan
Kasırga gibi vurmayan
Bir aşka inanmıyorum
Ah, keşke aşkın beni yutsa
Kasırga gibi kökümden söküp çıkarsa
Perdenin arkasında oynuyorsun
Ben,
İsyankarların taşkınlığını taşımayan
Bütün surları kırmayan
Kasırga gibi vurmayan
Bir aşka inanmıyorum
Ah, keşke aşkın beni yutsa
Kasırga gibi kökümden söküp çıkarsa
Ben seni seçtim, sen de
Ya göğsüm üzerine
Ya da şiir defterlerim üzerinde ölümü seç!
Orta yer yoktur
Cennet ile cehennem arasında.
Ya göğsüm üzerine
Ya da şiir defterlerim üzerinde ölümü seç!
Orta yer yoktur
Cennet ile cehennem arasında.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)