2 Şubat 2016 Salı

Mert Durmazer / Bebek Adımlar

her şey bu kadar ateş olup sonra buz tutmuşken; iki insan, iki insan arasında olabilecek tüm deliliklere şahit olmuşken, yaşam belki çok az belki de çok müşfik davranmamışken, kaderden sille üzerine sille yemişken bir hikaye, o hikayeyi anmak için dahi olsa, bir araya geleceği bir an olur mu karakterlerin dersin? yoksa before serisi sadece bir film miydi?

düşün bir film izlemişsin. o kadar güzel ki perdeler kapanmış bile olsa yerinden kalkmak istemiyorsun. öyle bir his yerleşiyor ki içine, sanki dursan, beklesen, yani kalkmasan akmaya devam edecek sahneler. ama salon bu, saati doldu, film bitti. yenisi oynatılmayacak. belki son seanstasın, aynısı bile oynatılmayacak. ve birden kabul ediyorsun artık oturmak istemediğini.

bekleyebilirdin. yaka paça salondan atılacağını görmek için bile olsa, bekleyebilirdin. belki çok daha kötü sonsuz sayıda senaryo ve sen beklememeyi seçiyorsun.

kızamıyorsun devamının olmadığı için. aynısını sonsuz defa izlemek istesen bile bunun bir delilik olacağını kabullendiğin için belki, kızamıyorsun.

sanki film tarafından terk edilmedin, aldatılmadın, bırakılmadın. sanki hiç yanılmadın. yaşandı ve bitti. her parçasıyla harikaydı. kabullenebildiğin için kızamıyorsun.

bebek adımlarınla salondan çıkarken sadece kabullenmiş olmanın hafifliğini taşıyorsun üzerinde. bir yük gibi değil, bir korunak gibi. bir sığınak gibi. geçmişin sevimli hayaletleri gibi, bir dost, yoldaş gibi. hayatı boyunca girdiği hiçbir savaşı kaybetmemiş, kaybetse bile masa başında kazanmış bir kumandanın edasıyla kabullenerek ilk kez yenildiğini; yürüdüğün, koştuğun, rekorlar kırdığın tüm zamanlarını arkana alarak, bebek adımlarınla salondan çıkarken, belki bir sigara iliştirerek dudaklarına, ne kızabiliyor, ne kırılabiliyorsun. ne kendine, ne de filme.

bir yandan da artık zihnini meşgul etmeyen belkilerin yaverliğindesin yeni yolculuğunda. aynı filmle birgün yeniden, bir zaman, bambaşka bir dilde karşılaşma ihtimallerinin yaverliğinde. ancak bu kez ne umarak, ne bekleyerek, ne de gerçekleşmemesinden korkarak. sadece belki uyuduğunda engelleyemediğin düşlerini izlemek gibi, bir düş yazarak aklının içinde, izliyorsun.

o filme dair içinde dalgalanan sayısız his arasında, en azından birgün, bir şekilde o filmle yeniden, bir kahve eşliğinde de olsa, onu izlerken kahve içebilme ihtimalini, tıpkı içinde cennet çocukları saklı bir kadının sesini duyabilme ihtimali gibi, sesinde ancak senin bilebileceğin çatlamayı yakalayabileceğin bir anın gelmesi ihtimali gibi, beklemeden, ummadan, belki aksini söylemek istesen bile yine de dileyerek, seviyorsun.

bir film izledin. ve artık dışarıdasın. bebek adımlarınla. henüz gibi bir zaman aralığı kadar arkanda kalmış bile olsa o film yine de özleyerek. ama sana tüm ihtimalleri sevdirerek arkanda kaldığı için, kızamadan bu yüzden.

en olmayacak yerde. o filmi affetmeyi seçerek.

belki dudaklarına iliştirdiğin sigaranın küller büyümüş, pabuçlarına düşerken. önceleyin aralık, sonra ise tüm ay, mevsim ve günlerin köpüğüne sarıp sarmalarken pabuçlarına gizlediğin şapşal bebek adımlarını, yürüyüp giderken. affediyorsun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder