9 Aralık 2016 Cuma

Şükrü Erbaş / Koşaradım

gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak
ne bir içten dostunuz var acınızı alacak
unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu;
toprağı rüzgarı denizi göğü
o her zaman bir insanla anlamlı
tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı
unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların
ve ucuz korkuların kör kuyularına
daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.

fırlayıp ilk ışıklarıyla günün dağınık yataklarından
koşaradım gidiyorsunuz işinize değişmeyen yollardan
kurulmuş saatler gibi günboyu çalışıp tekdüze
uzayan gölgelerle koşaradım dönüyorsunuz evinize.
ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz
unuttunuz başkalarının acısını duymayı
küçük çıkarların büyük kurnazları
alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı
sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşaradım
unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek
düşünmeden bir başka şeyi, içten yalın dürüst
dışa vurmayı duygularınızı
unuttunuz, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış.

gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
-ki bu en büyük kötülüktür size-
yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla
denizler boşuna devinip duruyor bir çarşaf gibi
gerip ufkunuza mavisini, çiçekler her bahar
uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz.
sizin adınıza dünyanın pek çok yerinde
insanlar dövüşüyor ellerinde yürekleri birer ülke
anlamıyorsunuz inançlarını bir kez düşünmüyorsunuz.
ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan
bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına
koşaradım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim
koşaradım
duymadan bir gün olsun dünyayı iliklerinizde.

26 Kasım 2016 Cumartesi

Metin Altıok / Geriye Kalan

bir anahtar verdindi bana
kabaran yüreğimi bilerek.
kullanıp durdum onu gönlümce,
aşkıma kenar süsü diyerek;
aşındırdım dişlerini zamanla.

geriye ben kaldım işte.

yalan olur sevmedim dersem;
ama yolcu yolunda gerek.
ey ömrümün uğuldayan durağı;
yanlış hesaptan dönerek,
benli günlerini sil istersen.

geriye sen kaldın işte.

29 Ekim 2016 Cumartesi

Orhan Veli Kanık / Illusion

eski bir sevdadan kurtulmuşum;
artık bütün kadınlar güzel;
gömleğim yeni,
yıkanmışım,
traş olmuşum;
sulh olmuş.
bahar gelmiş.
güneş açmış.
sokağa çıkmışım, insanlar rahat;
ben de rahatım.

30 Eylül 2016 Cuma

Birhan Keskin / Şubat

ben bu içimin yankısı, ben bu içimin koruyla
bu narı daha fazla taşıyamam.
düşecek ellerimden, dağılıp dökülecek odaları,
dayanamam.

benden sana mevsimlerden anne, uykularımdan tüller,
ömrümden ağrılar sızmıştır.
bu aşk bende bir imkansızlık tasarımı gibi kaldı,
kaldıramam.

adı şubat olan bu şiirde kalbim
uzun bir nehir gibi ağrıyor.
inat yumağım çözüldü.
sol omzundan siyah atımı, sana düştüğüm o eski şubattan
çukurumu alıyorum.
benden kalan boşluğa kırmızı bir araf düşüncesini koy.
nasıl hatırlanırsa bir yaprakta bir orman
bu kez o olsun beni sana hatırlatan.

bir gün olur senin de düşerse elinden nar
aşk bir gün seni de alır bir yerden bir yere koyar
ne zaman ki kaplar gönül mülkünü kar
çağır o zaman, anlatırım sana,
bir ömür nasıl döne döne geçer turnalar.

sanma ki inadımda sarı bir safra
dilimde uçuşan rüzgarlı bir sayfa
sözlerimde silinmiş bir şifre vardır.

sökmedin beni çölden, yolum araftır.



4 Eylül 2016 Pazar

Cemal Süreya / Sizin Hiç Babanız Öldü mü?

sizin hiç babanız öldü mü?
benim bir kere öldü kör oldum
yıkadılar aldılar götürdüler
babamdan ummazdım bunu kör oldum
siz hiç hamama gittiniz mi?
ben gittim lambanın biri söndü
gözümün biri söndü kör oldum
tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
söylemesine maviydi kör oldum
taşlara gelince hamam taşlarına
taş pırıl pırıldı ayna gibiydi
taşlarda yüzümün yarısını gördüm
bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
yüzümden ummazdım bunu kör oldum
siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

30 Ağustos 2016 Salı

Louis Ferdinand Celine / Gecenin Sonuna Yolculuk

...
Geceyi sevdiğimi söyledim.
Sustu sadece, o da seviyordu biliyordum. Bildiğimi bildiği için sustu. Açıklama ihtiyacı hissetmiyordu. Konuşmak bir yerde bozmaktır insanlığı, ırzına geçerek hem de. Konuşsa bozulacaktı gece, bozulacaktı dehşet ve yalnızlık.
Sakindik. Hayata diş geçirmeye çalışırken bunu sakince yapmaya çalışan iki acemiydik. Bizim bildiğimizi diğerlerinin de öğreneceğini düşünürdük kutsal bir inançla. Hem de kendimizi anlatma ihtiyacı duymadan, bizim bilincimize sahip olacaklardı. Konuşmadan anlaşacaktı bir gün tüm dünya. Tüm dünya üzerinde yaşanan derin bir sessizlik... Biliyorduk; insan sesinin çıkardığı gürültüyü başka hiçbir canlı çıkaramazdı, fısıldama olsa bile. Çünkü insanın çıkardığı seslerin bir anlamı vardı ve zihinde kapladığı yer evrensel bir boşlukta uzayıp gidiyordu. Şekil değiştiriyordu, "acaba" oluyordu, "ya da" oluyordu, "belki" oluyordu, "hassiktir" oluyordu. Anlamını değiştiriyor, değiştirdikçe zihne daha fazla basıyor, kokuyordu. Çöpler kovasına sığmıyordu. Tüm bunları bilmesi, tüm bunları bildiğini bilmem konuşmamışlığımıza dayanır.
Dünya denen dehşetli yerde en az kendim kadar şaşkın birinin daha olabilme ihtimalini bile aklımdan geçirmezken, bir ayna gibi ona bakmam, gözlerini okumam, sakinliğini duymam kadar şaşkınlık verici bir şey daha olamaz. Dünyanın dehşetengiz şaşkınlığına, birbirimizin şaşkınlığını da eklediğimizde, kafası bir ton, damıtılmış bir cesaret çıkıyor ortaya ki, cesaretin böylesi gerçekten tehlikelidir.
...

5 Ağustos 2016 Cuma

Birhan Keskin / Dağ

sabahın karşısında konuşmak ne zor!
incecik kül gibi kalıyorsun,
dağ susmaya giden yolu biliyor
sen bilmiyorsun.

taş yarılıyor bir çiçek için yol veriyor
kısacık konuşuyor çiçek: "dünya" diyor.
"gördüm benimle tamamlanıyor".

yeryüzü karşısında konuşmak ne zor!

yamaçtan aşağı bak, uçurumu gör!
-görsene kekeme!
içindeki zayıf an, dayanıksız dil,
olmamış hal
gümüş bir zirvede eriyor.

10 Haziran 2016 Cuma

William Shakespeare / Hamlet

olmak ya da olmamak,
işte bütün mesele bu!

düşüncemizin katlanması mı güzel zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
yoksa diretip bela denizlerine karşı "dur, yeter!" demesi mi?
ölmek, uyumak sadece.
düşünün ki, yalnız uyumakla bitebilir bütün acıları yüreğin,
çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
uyumak...
ama düş görebilirsin uykuda, o kötü.
çünkü o ölüm uykularında sıyrıldığımız zaman yaşama kaygısından
ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
işte bu düşünce, uzun yaşamayı bize cehennem eder.
yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına,
zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
sevginin kepaze edilmesine,
kanunların bu kadar yavaş, yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine?
kötülere kul olmasına iyi insanın
bir bıçak saplayıp göğsüne, kurtulmak varken,
kim ister bütün bunları yaşamak?
ağır bir hayatın altında inleyip terlemek.
ölümden sonraki o bir şeyden korkmasa insan.
o kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya ürkütmese yüreğini.
bilmediği belalara atılmaktansa, çektiklerine razı etmese insanı.
bilinç böyle korkak ediyor hepimizi.
düşüncenin o soluk ışığı bulandırıyor, yürekten gelenin o doğal rengini.
ve nice büyük, yiğitçe atılışlar sırf bu yüzden yollarını değiştirip
bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.

24 Mayıs 2016 Salı

Birhan Keskin / İz

acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun
izlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma,
orada o yolda çekmiştim ruhumu patlatan fitili
benden savrulan parçalar kurusa da,
izleri var hala yolun kenarında.

izini sür yolun, acının ormanı büyütür insanı
vakit geniştir, ufuk sandığından daha yakın
acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun,
ustası olacaksın içine gerdiğin tellerin
hangi sızıyla titrer içinde, hangi sesle
büyük bir aşk, hangi sesle ölür, bileceksin.

ne zamandı bilmiyorum. yaşadıklarından sana
kalan tortu, seni olduğun yere çakan, olduğun
yerde fırtına koparan korku. kendi sarmalında
döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin
kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.

şimdi, acının ormanından geçiyorsun
her şey bir daha kanasa da
ne geçtiğin yola ne sana dokunabilirim ben
geç meleğim, senin de şarkıların olsun
içindeki telleri titreten.

10 Mayıs 2016 Salı

Birhan Keskin / Soğuk Kazı

dünyanın acısı benden yırtılmış,
onca kesik yol içimde, onca harita.
ağrıyla soğukta sustum, dönülmezdi
dönülmez, üstüm başım buz iğnesi.
parça parça neye benzedim bilemem
kuzeyden bir kurt kaldı içimde,
sesi sularla sisli.
sararan yaprağın zehri benmişim,
ve meğer buzulun orjini
düz yolları, yokuşları, ışıklı şehirleri
ne çok isimle çağırdım ne çok şeyi!
inceciğim, kırığım, anla...
bu yüksekten bir düzlüğe indir beni.

Edip Cansever / Başım Dönüyor İkimizden

çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
ön dişleriyle belli belirsiz
bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
evet mi hayır mı pek anlamadan.

ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız
bir tayın dişinde ince taflan
az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının
yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından
dönüp iç çekmesine gece kuşlarının.

sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan
süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların.

30 Nisan 2016 Cumartesi

Birhan Keskin / Delilirikler II

Aslında
hazin bir öyküdür bu
anlatmaya yakışmaz sesiniz
yanımdaki bütün sandalyeler boş,
alabilirsiniz.

Oturunuz.

...bolerokuşlarlaeliihvan
birden, gaseyan... gaseyan... gaseyan.

...sonra sarışın kadınlar esmer olup
balkonlara çıktılar
ben terk ettim beyaz çerçeveli bir fotoğrafı
ve dönmedim bir daha.

Resmim,
zayıf yüzlü, gülümsemeye yakın neredeyse
hastane penceresine dayalı
ahşap ve toz kokan bir pencerede çekilmişti.

Gaseyan...
yıllar sonra kente çıktım
örümcek ağlarının, paslanmış kapıların ardından
kente çıktım,
yıllardır sallanan bir sandalyenin ardından
tozlar içinden,
uzaklara ve karalara yazıldığım mektuplardan
beyaz çerçeveli bir fotoğraftan,

gaseyan.

Burkuldum ve ağladım
kırmızı bir danstı her şey, oynadım.
tenim ve ellerim yoktu
kimse görmedi.
Kimse görmedi, saçlarım uzamadı yıllardır.

Birhan Keskin / Delilirikler I

Betonun hüznünden doğdum
suyun isyanından
güneşin kırılganlığına dokunup
geliyorum.

Sana söz yakışır, ağzını hatırla.

Kırık bir şehir hikayesinden doğdum,
kırk meseleden
bardaklar ve demli çaylara dokunup
geliyorum.

Sana söz yakışır, elma de.

Aslı ve Astar'ı olmayan bir hikayeden doğdum,
karşılar ve balkonlardan
korna seslerine karışıp
geliyorum.

Sana söz yakışır, ağzını hatırla.

O eski hikaye bitti,
şaşkınlığımdan doğdum
denize düştüm
kuruyup geliyorum.

24 Nisan 2016 Pazar

Birhan Keskin / Kargo

sana buraya bazı şeyler koyuyorum.
yol boyunca aklında olsun.
lazım olursa açar okursun.
olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.

şuraya bir cümle koydum
bırak, acımızı birileri duysun.
hem zaten şiir niye var?
dünyanın acısını başkaları da duysun!

acı mıhlanıp bir kalpte durmasın
ortada dursun
olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper
az unutursun

buraya tabiatı koydum
ağaçları, suyu, ovayı, dağı
onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.

buraya küçük mutlu güneşler koydum
günlerimiz karanlık ve soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.

buraya, bir inanç bir inat koydum
tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse sen osun.

buraya yolun yokuşunu koydum
bildiğim için yokuşu
zorlanırsa nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ,
valla bak
aklında bulunsun.

buraya umutlu günler koydum
şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kim bilir, birazdan uzanıp dokunursun.

buraya bir ayna koydum
arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun.
mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun
n'olcak ki, bırak patronlar seni kovsun!

burada bir tutam sabır var
kendiminkinden kopardım bir parça, (bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.

burada güzel çaylar var
bu aralar senin için çok önemli
bitki çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar
demlersin, maksat midene dostluk olsun.

şuraya youtube'dan müzikler, bach dinle filan, koydum
ama müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun.

buraya bir silkintiotu koydum
kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun.

25 Mart 2016 Cuma

Birhan Keski / Ağrı

o günden sonra kuracak güzel bir cümlem olmadı hiç
dünya için.
rüyalarım tüller ve silahlardan bu yana sisli.
kıvrılıp giden dalgın bir yol, yolda eski bir taş,
limanda bağlı bir tekne, yosunlu bir halat gibi durdum.

uzağımda açık denizdi o yürüdü gitti.
ben kıyıda ıssız bir ev, ince boğazda gıcırdayan tahta iskele,
iskelede bir lastik, az ilerde turuncu bir şamandıra,
içimde kuzeyden bir hatıra aksiyle durgun suya vurdum.

bir siyah beyaz kare içinde, hepsi hepsi bir hatıra işte
bıraktın, unuttum, unutuldum.

seni kırdığım yerden beni de kırdılar,
ben hiçbir cümleyle ağlayamam artık seni.

13 Mart 2016 Pazar

Edip Cansever / Sığınak VIII

bugün pazar kendimi selamlıyorum
ve sanki kendimi tekrarlıyorum durmadan
işte bir sarmaşığın son yaprağı gibi
güneşe, öyle birden ki güneşe
bir erkek, bir dişi olduğum zaman.

demek ilk olarak kendimi tekrarlıyorum nokta
kim bilir, belki de ben
bu türlü düşünmenin ilk karşılığı
kendi yaşamımda

insan
sana güveniyorum
saygılarımla.

9 Mart 2016 Çarşamba

Lale Müldür / He Shot Me Down Bang Bang

seni bir gün en yakının ele verirse eğer,
öğren susmasını ve ağlamamasını.
bir kavanozun içinde mavi bir gül
yetiştir her gün daha çok yaşayan.
bir masalın ağzını kapat ve yat
geniş odalarda, bir oksijen çadırında.
ona kötü bir şey olsun istedim.
bana aşık olsun istedim.

21 Şubat 2016 Pazar

Cemal Süreya / Ülke

saat çini vurdu birden: pirinççç
ben gittim bembeyaz uykusuzluktan
kasketimi eğip üstüne acılarımın
sen yüzüne sürgün olduğum kadın
karanlık her sokaktaydın gizli her köşedeydin
bir çocuk boyuna bir suyu söylerdi. mavi.
bir takım genç anneleri uzatırdı bir keman
sen tutar kendini incecik sevdirirdin
bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa

yalnız aşkı vardı aşkı olanın
ve kaybetmek daha güç bulamamaktan
sen yüzüne sürgün olduğum kadın
kardeşim olan gözlerini unutamadım
çocuğum olan alnını sevgilim olan ağzını
dostum olan ellerini unutamadım
karım olan karnını ve önlerini
orospum olan yanlarını ve arkalarını
işte bütün bunlarını bunlarını bunlarını
nasıl unuturum hiç unutamadım
kibrit çak masmavi yanardı sesin
ormanlara ormanlara yüzünün sesi
en gizli kelimeleri akıtırdı ağzıma
şu karangu şu acayip şu asyalı aşkın
soluğu kesen ağulayan ormanlarında
yaşadım o kısa ve korkunç hükümdarlığı
ve çarpıntılı yüreğim saçlarının akıntısında
karadeniz'e karışırdı ordan akdeniz'e
ordan da daha büyük sulara

geceyse ay hemen tazeler minareleri
kur'an sayfaları satılan sokaklardan
ölüm bir çeşit sevgiyle uçar
ölüm uçar çocuk yüzlere
ben o sokaklardan ne kadar geçtim
damağımda dilimin yosunlu tadı
önce buğulu sonra cam gibi parlak sonra buğulu yine
bir takım tavşanları andıran bir takım su hayvanlarını
pazartesi günlerini ve haftanın öbür günlerini
yani salı çarşamba perşembe cuma cumartesi

bir başak ufak ufak bildirir konya'yı
o başakta o konya'da seni ararım
ben şimdilerde her şeyi sana bağlıyorum iyi mi
altın ölçü çift ölçü ve altın karşılıksız
para basma yetkisini fırat'ın suyunu palandöken'i
erzincan'ın düzünü asma bahçelerin dibini
antalya'nın denizini o denizin dibini
beş türlü yengeç yaşayan sularında
çağanoz adi pavurya çingene pavuryası ayı pavuryası bir de çalpara
bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında
canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
sen kalabalıkta bulup bulup kaybettiğim kimya
yokluğun gayri şurdan şuraya geldi
bir günler şölenlerle egemen ülkende
şimdi iri gagalı yalnızlıklar dönüyor
n'olur ağzından başlayarak soyunmaya
bir kez daha sür hayvanlarını üstüme üstüme
çık gel bir kez daha yıkıntılardan
çık gel bir kez daha bozguna uğrat.

20 Şubat 2016 Cumartesi

Aslı Serin / Dans Etmesek De Olur

bollaşınca kaçar tadı şeylerin, bilirim
kaçsın dışımızda ne varsa daha dışımıza
tenimizde sihir tenimizde yara
ben, hayat tanık olsun bizi tırnak içine alsın
eğsin büksün kalın yapsın istedim
başımın hiç ağrımaması bundan
biraz da ölmüşlüğümden
gidip gelmek değil gitmek ve kalmak gibi uzun
sonra beklemek, müzikler dinlemek
sonra beklemek. su vermek değil
sert şey kırılgandır, toktur, ses öyle mi, değil
onaylar ve uzatır ölümü
sen benim arsızlığımdan odalar yap sünek olsun
yeri geldiğinde öleceğim duvarlar yumuşak
inleyeceğim zemin pürüzlü ki tutunmak kolay olsun
zirvedeyken ya da düşüyorken
sonra konuşuruz kendini aslan terbiyecisi sanan adamları
yüzlerindeki pençe izlerini
ve mutsuz olmak için bir nedenimiz olmadığını
mutlu olmak için bir nedenimiz olmadığını
ne kadar şiddetli konuşursak o kadar şiddetli...
sana bunları mum ışığında söyleyemem
leopar desenli giysilere inanmıyorum
baktığın ve güldüğün yerden ekmek ver bize
dans etmesek de olur
ne olur?
hadi bana sorular sor cevaplı olsun
öyle uzun susmalara inanmıyorum.

Deniz Durukan / Kramp

çok suskunuz kendimize
biraz da mahcup
unutulmuş çocuklar gibi azaptayız

ay zalimdir sevgilim!
aşklar da
bir çığlık gibi çömelmişiz hayata

en kötü yerlerimden sev beni
baştan başla yok etmeye
parmak izlerin
kara bir öfke gibi dolansın diline

çünkü iyilik geçicidir.

Turgut Uyar / Çokluk Senindir

özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilinsin artık senindir

suya giden bir adam mesela omzunu eğri tutsa
güneş, su ve adamın omzundaki eğrilik senindir

ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir

kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir

bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin soyunun bıraktığı güçler artık senindir

çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir.

13 Şubat 2016 Cumartesi

Nizar Kabbani / Var mı Vaktin

ne yapıyorsun pazar günü
var mı vaktin
incelemek için aşkı
denizi
kumsalı
güzel kelimeleri bu pazar
var mı vaktin
gömmek için yüzümü saçlarına
gün boyu
var mı vaktin karşılamaya beni
var mı beni dinlemek için sabrın
yüzüm harap
ruhum harap
ve cesetsiz bir baş gibidir Beyrut
verebilir misin bana ellerini
hissetmem için ebediliği
var mı vaktin hüznüm için
Beyrut katliamından sonra
bir pazar günüm olmadı hiç.

Louis Aragon / Bir Büyük Sır Söyleyeceğim Sana

bir büyük sır söyleyeceğim sana zaman sensin
kadındır zaman sevilmek özlemi duyar
aşıklar eteğinde otursun ister
bozulacak bir entaridir zaman
perçemdir sonsuz taranmış
bir aynadır buğulanan buğuları dağılan
soluklarda
zaman sensin uyuyan uyandığım şafakta
sensin bıçak gibi kesen boynumu
geçmek bilmeyen zamanın işkencesi oy
mavi damarlardaki kan gibi durmuş zamanın
işkencesi oy
hep doyumsuz arzudur daha da beterdir bu
daha da beterdir bu
sen odada gözlerin susuzluğundan
korkarım hep bozulur diye büyü
daha da beterdir bu senle yabancılaşmaktan
başın
kaçak dışarda ve yüreğin başka bir çağda oluşu
sözcükler ne ağır tanrım anlatırken bunları
arzunun ötesinde erişilmez bir yerlerde bugün aşkım
sen şakağımda vuran duvar saatisin
sen solumazsan eğer ben boğulurum
duraksar ve tenime konar adımın

bir büyük sır söyleyeceğim sana dudağımdaki
her söz dillenen bir yoksulluktur
bir yoksulluktur ellerin için bakışında kararan
bir şeydir
bundandır sana sık sık seni seviyorum demem
boynuna takacağın bir tümcenin saydam
kristalinden yoksunum
şu sıradan sözlerimi hor görme onlar
sade bir sudur ateşte o sevimsiz gürültüleri
yapan

bir büyük sır söyleyeceğim sana beceremem ben
sana benzer zamandan söz etmeyi
senden söz etmeyi beceremem ben
insanlar vardır hani istasyonlarda
el sallayan tren kalktıktan sonra
yani ağırlığıyla göz yaşlarının
kolları yana düşer onlara benzerim ben.
bir büyük sır söyleyeceğim sana korkuyorum
senden
korkuyorum ikindilerde seni pencerelere götüren
şeyden
korkuyorum davranışlardan söylenmedik
sözcüklerden
hızlı ve usul geçen zamandan korkuyorum
senden
bir büyük sır söyleyeceğim sana kapıları ört
ölmek sevmekten daha kolaydır
bundandır yaşamanın sancılarına yönelmem
sevgilim.

7 Şubat 2016 Pazar

Haydar Ergülen / Eski Yazlar Gibi Yeni

seni sevmek niye eski yazlar gibi hep yeni bende
gittikçe daha çok hatırlanan bir şey olduğundan
belki sevmek de hatırlamak gibi öyle
sevindirici, iyileştirici ve gerekli, yan yana dizmek
küçük küçük taşları, üst üste koymak mı demeli,
peki, bu törende burçlarımızın birer jesti
olsun bize, ama taşlarımız da renkli olsun ki
hem atalım hem kıyamayalım atmaya içimize.
beni şiirden yalnız sen kurtarabilir ve yalnız
sen atabilirsin şiirin içine yine, peki yaz,
de ki bir yaz günü doğmuşuz birbirimize,
bu yüzden, yazdan başka bir şey gelmiyor
içimden sana karşı ama geçmiyor da hiç
yaz sende durmuş bir sevgi saati
ve geri kalıyor hep bize kalıyor geri
daha ileri gitmesin saati geçmesin bizi de yaz
ya biz onu geçersek nereye gideriz ki
unutalım unutalım unutmazsak eskir çünkü
hatırlamak ilk defa gibidir hep ve her şeyi
hatırlayalım, hatırlamak eski yazlar gibi
hep yeni ve hep seni sevmek gibi iyi.

5 Şubat 2016 Cuma

Irmak Eriş / Bir Yüzün Diyorum

yüzün diyorum bir bir bir
yüzün diyorum iyi bir gün başlıyor
çoktan durmuş gibi bir şeyler orda
saatler durmuş, sesler durmuş, savaşlar durmuş
ne geç kalma telaşı işçi duraklarında kadınların
ne bir köpek havlaması sokaklarda
ne de ölü bir çocuk sokulmuş fotoğraflara
uyanmayı beklemiş sanki bir dağ yüzyıl boyunca
boynunla saçların arasında

yüzün bu alemmiş de sanki
davud sana gelmiş, musa sana, isa sana
salmışsın kendini bir hamağa yatar gibi maviye de
gökyüzü sanki senden esinlenmiş
zebur senden, tevrat senden, incil senden
binlerce renge doğru koşmuş yüzün
bilinmez renklere, çizilmez renklere

yüzün adsız bir mevsimi kiralamış
ne zemheriler gibi soğuk
ne kavurgan yazlar gibi sıcak
bir bulut kaçmış da göğünden
sanki yüzüne konmuş
yüzün, koca bir dünyayı
ıslatacak ıslatacak ıslatacak

insan ölmek için yaratıldı korkuya inanma
ateşe inanma, suya, havaya inanma
aşk bile ölüyor aşka inanma
bir ceket al üstüne
bir geyiği düşle, bir ağacı hatırla
insan düşmek için yaratıldı kuşlara da inanma
sen sıkı sarıl kalbime dünya sandığın yer değil
sandığın yer değil en güzel yerin
en güzel yerinde değiliz biz bu şiirin

yüzün diyorum bir bir bir
yüzün diyorum huysuz bir yağmur başlıyor
olsun, ben böyle yağmurları da severim
böyle yağmurlarda büyür insan
fırıncılar en güzel ekmekleri çıkarır
acısız bir selam verir
silinmiş sloganlar içinden duvarlar
duyulur en güzel vapurun sesi
en güzel trene binilir
ve gidilir bir cehennemden bir cehenneme
ve adına yolculuk denilir
zaten insan bir yolculuk değil midir

durdur içinde büyüyen hüsran ordusunu
kışla bekçilerini, silah çatanları
silahşörleri durdur ve bekle
işgal edilmeli yüzün bir deniz kokusuyla
çocuklar uçurtma uçurmalı
taze çaylar demlenmeli kahvelerde
yüzüne taptaze bir sabah gibi bakmalıyım

yüzün diyorum kayboluyorum
bir kuş bir fili boğuyor sanki kayboluyorum
yükünü boşaltıyor kızıl atlar kayboluyorum
kim bulmuş ki zaten kendini kaybolduğu yerde
kim anlamış insanı
yüzün diyorum yüzünde memleket telaşı

binlerce yoldaşım öldürülmüş
binlerce çiçek büyüyor ama hâlâ
pıynar ağaçları, çınar gölgeleri büyüyor
büyüyor kar bakışlı bir kadın
susamış bir nehir yatağıyla gidiyorum ona
ve yüzün diyorum bir bir bir
bir yüzün diyorum...
yüzüne bir geçiş bulmalıyım

3 Şubat 2016 Çarşamba

Yavuz Bülent Bakiler / Bir Gün Baksam Ki Gelmişsin

bir gün baksam ki gelmişsin.
bir güvercin gibi yorgun uzaklardan yar.
gözlerinde bir bitmez, bir tükenmez güzellik
saçlarında ilkbahar.

bir gün baksam ki gelmişsin.
gülüşünde taze serin bir rüzgar
ellerin yine eskisi kadar güzel
çiçek açmış dokunduğun bütün kapılar.

bir gün baksam ki gelmişsin.
hasretin içimde sonsuzluk kadar.
şaşırmış kalmışım birdenbire çaresiz
dökülmüş yüreğime gökyüzünden yıldızlar.

bir gün baksam ki gelmişsin.
ne yüzünde bir gölge, ne dilinde sitem var.
tozlu pabuçlarını gözlerime sürmüşüm
benim olmuş dünyalar.

2 Şubat 2016 Salı

Mert Durmazer / Bebek Adımlar

her şey bu kadar ateş olup sonra buz tutmuşken; iki insan, iki insan arasında olabilecek tüm deliliklere şahit olmuşken, yaşam belki çok az belki de çok müşfik davranmamışken, kaderden sille üzerine sille yemişken bir hikaye, o hikayeyi anmak için dahi olsa, bir araya geleceği bir an olur mu karakterlerin dersin? yoksa before serisi sadece bir film miydi?

düşün bir film izlemişsin. o kadar güzel ki perdeler kapanmış bile olsa yerinden kalkmak istemiyorsun. öyle bir his yerleşiyor ki içine, sanki dursan, beklesen, yani kalkmasan akmaya devam edecek sahneler. ama salon bu, saati doldu, film bitti. yenisi oynatılmayacak. belki son seanstasın, aynısı bile oynatılmayacak. ve birden kabul ediyorsun artık oturmak istemediğini.

bekleyebilirdin. yaka paça salondan atılacağını görmek için bile olsa, bekleyebilirdin. belki çok daha kötü sonsuz sayıda senaryo ve sen beklememeyi seçiyorsun.

kızamıyorsun devamının olmadığı için. aynısını sonsuz defa izlemek istesen bile bunun bir delilik olacağını kabullendiğin için belki, kızamıyorsun.

sanki film tarafından terk edilmedin, aldatılmadın, bırakılmadın. sanki hiç yanılmadın. yaşandı ve bitti. her parçasıyla harikaydı. kabullenebildiğin için kızamıyorsun.

bebek adımlarınla salondan çıkarken sadece kabullenmiş olmanın hafifliğini taşıyorsun üzerinde. bir yük gibi değil, bir korunak gibi. bir sığınak gibi. geçmişin sevimli hayaletleri gibi, bir dost, yoldaş gibi. hayatı boyunca girdiği hiçbir savaşı kaybetmemiş, kaybetse bile masa başında kazanmış bir kumandanın edasıyla kabullenerek ilk kez yenildiğini; yürüdüğün, koştuğun, rekorlar kırdığın tüm zamanlarını arkana alarak, bebek adımlarınla salondan çıkarken, belki bir sigara iliştirerek dudaklarına, ne kızabiliyor, ne kırılabiliyorsun. ne kendine, ne de filme.

bir yandan da artık zihnini meşgul etmeyen belkilerin yaverliğindesin yeni yolculuğunda. aynı filmle birgün yeniden, bir zaman, bambaşka bir dilde karşılaşma ihtimallerinin yaverliğinde. ancak bu kez ne umarak, ne bekleyerek, ne de gerçekleşmemesinden korkarak. sadece belki uyuduğunda engelleyemediğin düşlerini izlemek gibi, bir düş yazarak aklının içinde, izliyorsun.

o filme dair içinde dalgalanan sayısız his arasında, en azından birgün, bir şekilde o filmle yeniden, bir kahve eşliğinde de olsa, onu izlerken kahve içebilme ihtimalini, tıpkı içinde cennet çocukları saklı bir kadının sesini duyabilme ihtimali gibi, sesinde ancak senin bilebileceğin çatlamayı yakalayabileceğin bir anın gelmesi ihtimali gibi, beklemeden, ummadan, belki aksini söylemek istesen bile yine de dileyerek, seviyorsun.

bir film izledin. ve artık dışarıdasın. bebek adımlarınla. henüz gibi bir zaman aralığı kadar arkanda kalmış bile olsa o film yine de özleyerek. ama sana tüm ihtimalleri sevdirerek arkanda kaldığı için, kızamadan bu yüzden.

en olmayacak yerde. o filmi affetmeyi seçerek.

belki dudaklarına iliştirdiğin sigaranın küller büyümüş, pabuçlarına düşerken. önceleyin aralık, sonra ise tüm ay, mevsim ve günlerin köpüğüne sarıp sarmalarken pabuçlarına gizlediğin şapşal bebek adımlarını, yürüyüp giderken. affediyorsun.


30 Ocak 2016 Cumartesi

Edip Cansever / Umutsuzlar Parkı

binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum
bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz
insan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü
kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum
çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum
öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı
anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı
evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna
değişmek
biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını
bana kızıyorlar sonra, anısızın bana
kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma
oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan
ve geçilmiyor ki benim
duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.

Edip Cansever / Bizim de Bir Bildiğimiz Var

şimdi belki senin yanında
ey eylül beni anla
neden böyle uzaktayım kendimden

dalıp gitmiş gibiyim bir menekşenin ilk defa menekşe oluşuna
ey sabah sen de bana hatırlat
oturmuş da toprağın üstüne
akarsuyun güzelliğine ağlayan o kadını
kederle mutluluk yan yana.

ey yalnızlık, yalnız değilim
sen bana başka türlü gelirsin
yıllar yılı görmediğim bir arkadaş gibi
kim bilir kaç kere unutmuşuzdur yüzlerimizi
büsbütün yabancıdır konuştuklarımız
birlikte olsak da bütün gün
ilk karşılaşmanın güzelliği kadar sürer
görüşmek üzere ayrılırız.

kalbim var, gök
tanımıyorum kendimi gene de
hepsi gitmiş bir isteklerim kalmış yalnız
gel gör ki susturmuşlar onu da işte
bekle bekle bekle bekle
gözlerim bir noktaya takılı
gün günden daha keskin
gün günden daha anlamlı
iyi biliyorum kalbim
bakınca korkutan beni bile.

bir durgunluk ki nasıl
ama anlıyorum her şey bu durgunluktan kopacak
bekleyelim kalbim
alışalım şimdiden
nasıl mı, ne zaman mı?
bizim de bir bildiğimiz var, gök.

Edip Cansever / Cin

tapınırken bulduk kendimizi
o sonsuz geceye
gece mi, değil mi, bir gece hayaleti mi belki
dolaştı durdu bizimle
bütün gün dolaştı durdu ve
sindi
büyülenmekten arta kalan bir bitkinliğe.

sahi, o ölen kimdi.

ilkel bir acı gibi
düşüverdi ilk bakış gözlerinden
kaskatı. ve belirdi sanki yüzünde
görünürdeki tek şey; daha sonra da olmak
çıkardı birden şapkasını ve çıkardı şapkasını, şapkasını
şapka mı, değil mi, bir şapka hayaleti mi belki
bir bira içti ve vurup gitti kapıyı ardından
yürüdü, geçti, kuru otlar
yapraklar yakılan bir caddeyi.

peki, o ölen kimdi.

tam o sırada bir dolu bardak cin istemiştin sen
bir dolu bardak cin, öğle üzeri
damıtılmış gündüzden
cin, cin!
seni bir daha kendine gömen, bir daha
kendine gömdükçe de bir önceki acı yenisinden
elbette ki güzeldir
insanın insana verebileceği en değerli şey
yalnızlıktır.
cin bitti.

7 Ocak 2016 Perşembe

Vüs'at O. Banner / Kapan

ANLATABİLMELİYDİM. Şimdi neye yarar. Duyamayacaksın. Senin adına söyleyebileceğim: "Yaz. Kalacak mı sorusunu sorma. Kalmayacak orası kesin. Kim, ne kalmış ki!" Sağım hala. Kendim için öyle mi? Avunamayacakmışım, olsun mu? Okunamayacaksın bir gün. Ansiklopedilerde üç beş sözcük ayrılır sana da belki. Yüzyılları aşabilen yazın dehaları bile unutulmaya hükümlüdür sonuçta. Sen necisin a zevzek dost. Ama yaşanmadı mı? Yaşandığına inanarak ölüm beklenebilir, dayanmanın sınırları zorlanabilir aldatıcılığı. İnanma kapanına kıstırabilmişsem bilincimi. Yaşarken tek sığınak mı bellek? Durmadan üst üste yığılılanlar tükenmezi. Silinebilenler ne kadar azınlıkta. Eklenebilenler ne kadar uydurma, gerçek dışı. Tümünün yok olduğunu algılayamamak korkusu delirtebilir insanı. Robert Schumann bu yüzden mi yitirmek istedi aklını? Bir genç kadın, "Duygu, eksik yazdıklarınızda" dedi, acıyarak kuşkusuz. Oysa duygu, acınası zavallı. Yenilmeye layık! Deşmeyegör, altı korkunç yüzsüz.

Salt çözümsüzlük, çözümdür. Taşa, toprağa, suya, havaya dönüşünceye değin, duyarsızlık kaosunda, rastlantıyla oluşan canlılığını bir süre koruyabilsen, elinde olsa, bu dileklerden caymasan. Cayma ağır acısından kurtulabileceğini umsan.

Görüyorsun, ayıklığımla yaklaşamıyorum sana hala. Kopkoyu karanlıkları yırtan mavi şimşek olduğunu varsaymama karşın. Denemek zorundayım yine de. Baştan ayağı uyumsuz, yalan dolanlar boyalı, süslü, sıradan öykülere katlanacağım. Katlanabilecek miyim? Bağışlanmayacağım. Beklemiyorum zaten. Anlatmaya kalkışacaklarıma bir yığın kof ayrıntı sığışacak. Ayrık otları boğacak tüm otları, börtü böceği, renkleri. Susmalı değil miyim? Haykırmak, anlamsız böğürtüler de bir tür susmak sayılsa bari. Ben bile bile giriyorum cehennemime. Bile bile kavruluyorum. Hiçliği -hiçlik kavramını- sürdürüyorum inatla. Çirkinim, budalayım, tamam. Bana kurban adayı kör gözüyle bakın dilediğinizce, umurunuzdaysa. Lütfediyorum yani. Büyüklenme burgacında çırpınık bir yürek. Şimdilik. Onun da tepkisi başka türlü olamazdı, olamaz mıydı? Yaşasaydı, iticiliğime daha katı, bir kara çarpı koyacaktı kuşkusuz. Kehanetime sığınıyorum besbelli. "Ben pis akıllıyımdır", kurtardı mı? Kurtarabilseydi hiç değilse/mi? Batsaydık birlikte. Ayrı ayrı düşüldü gayya kuyusuna, diyemiyorum. Belli ki kurtuluş türküsü yineleniyor ne yapsam. Akıl yerini benden aldı, beden bıraktı savaşımı. Savaşım vardı! Beden üst geldi akla. "Kömürü, elması yakaladığımızdan, söz etmiştin. Bir sünepe kıvılcım kül etti o elması. Sonuna değin gidilemedi, son bilinse, son belli olsa da. Kaçınılmazdı, orası öyle, ne ki kaçarak kaçınılmazsa boyun eğmek yazgımızı biz yazmadık mı? Biz yok muyduk yoksa? Biz yanılgısı! Geceleri esnetip uzatan saçların kaydı avuçlarımdan. Yazıklanmanın yararı ne? Boynumdan göğsüme akan gözyaşlarımın tuzu nerede?

Yine de saygım baskın çıkıyor. Birkaç günün büyütecinden bakmayı korumaktan alamıyorum kendimi. Seni öyküler dışı tutacağım. Öyküler ancak bizim dışımızda yaşanmışlık sanrılarında uyutacak bir kısa zaman için içi sıkılanları. Onlara bir ölçü duygu da katacağım hatır için. Yazık ki deliremeyeceğim.